Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçün - E.Büyükelçi
Köşe Yazarı
Londra Mektupları - Ahmet Rıfat Ökçün - E.Büyükelçi
 

…..istan

“Stan” Farsça kökenli bir sonektir. Söyleme kolaylığı   nedeniyle biz “stan”ı Türkçede “istan” şeklinde telaffuz ederiz. Tıpkı Skoç yerine “İskoç”, skarpin yerine  “İskarpin” dediğimiz gibi. Hatta çocukken oynadığımız stop oyununu “istop” şeklinde söylediğimiz gibi. “stan / istan”, yurt, memleket, birilerinin, bir milletin, insan grubunun yaşadığı yer anlamında bir sonektir……”Afganistan” örneğinde olduğu gibi. Aslında, sadece Afganistan değil, Asya'da birçok devletin adı “stan/ istan” sonekini taşır. Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Pakistan, Hindistan, Moğolistan, Gürcistan, Suudi Arabistan… Ya Avrupa’da “stan / istan”lar yok mu? Var tabii… Komşularımızla başlarsak önce  Bulgaristan ve Yunanistan’ı saymamız gerekir. Biraz daha batıda da Sırbistan, Hırvatistan ve Macaristan yer alır. Eskiden Polonya’ya da Lehistan derik. Bu kadar mı? Yok canım bir de “stan(istan” sonekli bölgeler var. Mesela Arabistan diye adlandırdığımız bölge. Sonracığıma Kürdistan, Başkurdistan, Çeçenistan, Lazistan, Dağıstan, Gülistan, Belucistan ,  Bantustan, Tataristan,, Karakalpakistan, Racistan, Yakutistan, Veziristan, Zazaistan… Acaba unuttuğum ülkeler var mı? Onları da siz hatırlarsınız artık. Unttuğum yerleri bilmem ama bilerek atladığım iki “stan/istan” daha var………. (Ara itiraf: Neden örneğin Japonya’ya Japonistan, Almanya’ya Almanistan denilmiyor  bilmiyorum doğrusu) ………………………………   Makedonya gibi küçük bir krallığın başına küçük yaşta  (20 yaşında) geçti. Küçük sayılacak bir zaman diliminde (13 yıl) krallık yapıktan sonra öldü. Ama küçük hayatında öyle işler yaptı ki tarih onu “Büyük” sıfatıyla onurlandırdı. Evet, evet, Büyük İskender’den bahsedeceğim yazımın bu bölümünde kısaca. Henüz “Büyük” olmadığı küçüklüğünde İskender, Makedonya’da “Oxford mu vardı da gitmedi ” ama o dönemin (MÖ 4.yüzyıl) en önemli “hazerfen”i (polimat, birçok disiplinde geniş bilgi sahibi  kişi) Aristo’nun öğrencisi oldu. Ondan yabancı diller yanısıra, felsefe, mantık, fizik, metafizik, astronomi, biyoloji, etik , estetik,  psikoloji, hatta siyaset ve ekonomi dersleri aldı. “Barbar” lakaplı babası kral Filip ve generallerinden de askeri strateji ve savaş “sanatı”nı öğrendi., Bölgesindeki, Atina, Korint, Korfu, Tebai, Sparta gibi “polis” devletlerini arkasında  topladı ve zamanına göre koca bir ordu ile fetih yoluna çıktı. Anadolu’dan başladı, taa Afganistan’a, Hindistan’a, Mısır’a  kadar gitti. “Makedonya Kralı”  yanına  “Mısır Firavunu, Babil Kralı, Asya kralı,  İran Kralı”  unvanlarını da ekledi. Arkadan vurulmamak için fethettiği yerlerdeki şehirlere bazı askerlerini bıraktı. Bu askerlerin bir kısmı 8 yıllık askerlik süreleri bittiğinde ülkelerine geri dönerlerken bazıları da oralarda kaldı ve yerel kızlarla evlendi, aile kurdu. Fethettiği kentlerde bıraktığı ve savaşlarda ölen askerlerinin yerine Makedonya ve Yunanistan’dan devamlı takviye  kuvvetler aldı. Eee, eli ayağı tutan erkekler, yaşamında hiçbir savaşı kaybetmemiş olan Büyük İskender’in ordusuna katılmaya can atıyorlardı. Hani askerlere ödenen paranın da bu “can atma”da önemli rol oynadığını söylemeden de geçmemek lazım. (Ara not 1:  13 yıllık fütuhatı sırasında fethettiği  yerlerde onun  adını taşıyan otuzdan fazla şehir kuruldu. Bugün bu şehirlerden sadece ikisi ayakta kalmıştır. Biri, Mısır'daki İskenderiye kenti, diğeri ise…..Yurdumuzdaki  İskenderun’dur). (Ara not 2 : Bizim .İskender  diye adlandırdığımız Makedonya kralının  asıl ismi 3. Alexandros’tur.) (Ara not 3: şimdi n’olur aranızdan biri çıkıp da bana “Bre Ahmet Efendi, Yunanistan’daki Alexadrepolis şehrini unuttun” demesin. Oranın adı 1920’lerde  şehri ziyaret eden Yunan Kralı Alexandros’un onuruna değiştirilmiştir ve böylece palikaryalar şehrin, asırlardır kullanılan Türkçe adı olan Dedeağaç’tan kurtulmuşlardır). ………………………   Haydi şimdi de konuyla ilgisiz gibi görünmekle birlikte bu yazımda neyi anlatmak istediğime dair sizlere bir ipucu daha sağlayacak olan yeni bir bölüme geçelim. ……………………..   Sean  Connery  ve Michael Caine………Birleşik Krallığın beyazperde dünyasına verdiği iki dev aktör. İngilizceyi kendilerine özgü telaffuzlarıyla daha hoş bir lisana dönüştüren bu devlerden biri yani “My name is Bond, James Bond” ifadesi ile  hatırlara  kazınan Sean Connery 3-4 yıl önce  başka bir dünyaya göç ettiyse de, İngilizceyi sonradan doğru dürüst öğrenen Cockney aksanlı Michael Caine hala “ yıkılmadım, ayaktayım”  diyor. Bu iki “dev” aynı filmde bir araya gelseler ne olur? 1970’lerin başlarında “Uzaktaki Köprü / A Bridge Too Far” filminde birlikteydiler. Ama  o filmde birçok ünlü oyuncu rol almıştı, kimi seyredeceğimizi  bilememiştik. Kimler kimler yoktu ki o filmde, Sean Connery ve Michael Caine yanında….. Lawrence Olivier, Edward Fox, Robert Redford, Ryan O’neil, Dirk Bogarde, Anthony Hopkins, Colin Farrell, Jeremy Kemp, Elliot Gould, Gene Hackman, James Caan, Maximillian Schell, Benn Cross, Liv Ullman….bir ben yoktum sizin anlayacağınız. Bu nefis “Minestrone çorbası” içinde Sean ile Michael’i ayırmak kolay değildi. Bir kaç yıl sonra, bir başka filmin bu kez  başrollerini birlikte paylaştılar. “Daha iyisi Şam’da kayısı”  sayılması gereken bu filmin adı “Kral olacak Adam / The Man Who Would be King”dı.  “Tadından yenmez” film, İngiliz edebiyatının önde  gelen yazarlarından Rudyard Kipling’in aynı isimli romanından beyazperdeye uyarlanmıştı. Film 1800’lü yılların sonlarında geçiyordu. İngiltere İmparatorluğunun Hindistan’daki Ordusundan kaçan iki  subayın (Sean ve Michael ) çaldıkları tüfeklerle birlikte ülkenin kuzeyindeki dağlık bölgede yaşayan kabilelere silah satıp  para kazanmak için yaptıkları yolculukta yaşadıkları  maceralar anlatılıyordu filmde. İki maceraperest  kafadar, yolculuklarının sonunda dağlar arasında izole kalmış, bölge insanlarından ayrı anatomiye, ten, saç ve göz rengine sahip kişilerin yaşadığı, üstelik civardaki  dini inançların hepsinden (Müslümanlık,  Budizm, Hinduizm) farklı, çok tanrılı, pagan  inançlı kişilerin yaşadığı  bir yere ulaşıyorlar ve başlarına gelmeyen kalmıyordu. Sözkonusu ülkenin adı…….”.Kafiristan”dı. Yani benim bilerek atladığım, sonu “stan/istan” ile biten iki bölgeden biri.   “Sonra neler mi oldu ?”. Hiç anlatır mıyım  Canım….konumuz film değil ki……”Kafiristan”. Bu muhteşem filmi çok merak ediyorsanız bir yerlerden indirip seyredersiniz artık. ………………………   Ben Afganistan’dayken  mezkur bölgeyi gidip gördüm. Günümüzde Afganistan sınırları içinde yer alan bölgede, gerçekten de, insanların çoğu, Afganistan'ı oluşturan çeşitli etnik gruplardan (Peştun, Tacik, Hazara, Özbek, Türkmen, Aymak, Beluç) farklı olarak  geniş   omuzlu, iri yapılı, uzun boylu kişilerdi. Tenleri beyaz, gözleri renkli, saçları sarı veya açık kumraldı. Ayrıca bölgenin adı “Kafiristan” değil, “Nuristan”dı. Yani, bilerek atladığım sonu “stan/istan” ile biten ikinci bölge. Ne olmuştu da “Kafir”ler birden bire “Nur” lanmışlardı ? Kimdi bu sonradan “Nurlanan, yani aydınlanan”  Kafirler….nereden gelmişlerdi? Bu konuda birçok sav var. Benim, inandığım ve doğru olduğunu sandığım tezi aslında anlamış olmanız lazım…….yazıyı başından itibaren dikkatle okuduysanız. Bu kişiler bence…………..Büyük İskender’in geride bıraktığı askerlerin büyük, büyük, büyük torunlarıydılar.. Dini inançları nedeniyle “kafir” damgasını yemişler, yaşadıkları yere de kafirlerin ülkesi anlamında “ Kafiristan ” adı verilmişti. 1800’lerin sonu, 1900lü yılların başlarında Afganistan Emiri Abdurahman  Han ülkeyi birleştirirken  Kafiristan’ı da fethetmiş, oradaki halkı Müslüman olmaya tekme tokat ikna ederek (!) bölgeyi “aydınlığa” kavuşturmuş ve adını “Nuristan”  olarak değiştirmişti. Ne var ki bu “Kafirler” zorla Müslümanlaştırılmayı uzun süre kabul etmediler…….direnişleri 930’lara kadar sürdü Yıllar sonra Taliban’ın bölgeye yerleşmesini müteakiben çok daha “Nurlandılar”.   Bugün, “Nuristan” Afganistan’ın 34 vilayetinden biri. Çeyrek milyon civarında bir nüfusa  sahip. Çoğunluğu çoktan kaybetmiş olmalarına rağmen halk arasında hala geniş omuzlu, iri yapılı, uzun boylu, beyaz tenli, mavi gözlü, sarı saçlı insanlara rastlamak mümkün.   “Gidip görülür mü ?” diye  soracak olursanız, Taliban rejimi altındaki bölgeyi gidip göreceğinize “Kral Olacak Adam” filmini indirip görün derim. O zaman “Kafirler”mi daha iyi, “Taliban”mı ikilemi arasında kalırsınız ve oturup şimdiki halinize şükredersiniz. Ama illaki “gidip göreyim” derseniz…….amaan boşverin canım……   ………Nasıldı o  güftesini İhsan Raif Hanımın kaleme aldığı, kemani Serkisyan  Efendinin Nihavent makamında bestelediği “Kimseye Etmem Şikayet” şarkısının sözleri?……...   ………”Kimseye etmem şikayet,             Ağlarım ben halime,             Titrerim mücrim gibi,             Baktıkça istikbalime………”        
Ekleme Tarihi: 29 Eylül 2024 - Pazar

…..istan

“Stan” Farsça kökenli bir sonektir. Söyleme kolaylığı   nedeniyle biz “stan”ı Türkçede “istan” şeklinde telaffuz ederiz. Tıpkı Skoç yerine “İskoç”, skarpin yerine  “İskarpin” dediğimiz gibi. Hatta çocukken oynadığımız stop oyununu “istop” şeklinde söylediğimiz gibi.

“stan / istan”, yurt, memleket, birilerinin, bir milletin, insan grubunun yaşadığı yer anlamında bir sonektir……”Afganistan” örneğinde olduğu gibi.

Aslında, sadece Afganistan değil, Asya'da birçok devletin adı “stan/ istan” sonekini taşır.

Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Pakistan, Hindistan, Moğolistan, Gürcistan, Suudi Arabistan…

Ya Avrupa’da “stan / istan”lar yok mu?

Var tabii…

Komşularımızla başlarsak önce  Bulgaristan ve Yunanistan’ı saymamız gerekir. Biraz daha batıda da Sırbistan, Hırvatistan ve Macaristan yer alır.

Eskiden Polonya’ya da Lehistan derik.

Bu kadar mı?

Yok canım bir de “stan(istan” sonekli bölgeler var.

Mesela Arabistan diye adlandırdığımız bölge. Sonracığıma Kürdistan, Başkurdistan, Çeçenistan, Lazistan, Dağıstan, Gülistan, Belucistan ,  Bantustan, Tataristan,, Karakalpakistan, Racistan, Yakutistan, Veziristan, Zazaistan…

Acaba unuttuğum ülkeler var mı? Onları da siz hatırlarsınız artık.

Unttuğum yerleri bilmem ama bilerek atladığım iki “stan/istan”

daha var……….

(Ara itiraf: Neden örneğin Japonya’ya Japonistan, Almanya’ya Almanistan denilmiyor  bilmiyorum doğrusu)

………………………………

 

Makedonya gibi küçük bir krallığın başına küçük yaşta  (20 yaşında) geçti. Küçük sayılacak bir zaman diliminde (13 yıl) krallık yapıktan sonra öldü. Ama küçük hayatında öyle işler yaptı ki tarih onu “Büyük” sıfatıyla onurlandırdı.

Evet, evet, Büyük İskender’den bahsedeceğim yazımın bu bölümünde kısaca.

Henüz “Büyük” olmadığı küçüklüğünde İskender, Makedonya’da “Oxford mu vardı da gitmedi ” ama o dönemin (MÖ 4.yüzyıl) en önemli “hazerfen”i (polimat, birçok disiplinde geniş bilgi sahibi  kişi) Aristo’nun öğrencisi oldu. Ondan yabancı diller yanısıra, felsefe, mantık, fizik, metafizik, astronomi, biyoloji, etik , estetik, 

psikoloji, hatta siyaset ve ekonomi dersleri aldı.

“Barbar” lakaplı babası kral Filip ve generallerinden de askeri strateji ve savaş “sanatı”nı öğrendi.,

Bölgesindeki, Atina, Korint, Korfu, Tebai, Sparta gibi “polis” devletlerini arkasında  topladı ve zamanına göre koca bir ordu ile fetih yoluna çıktı. Anadolu’dan başladı, taa Afganistan’a, Hindistan’a, Mısır’a  kadar gitti. “Makedonya Kralı”  yanına  “Mısır Firavunu, Babil Kralı, Asya kralı,  İran Kralı”  unvanlarını da ekledi.

Arkadan vurulmamak için fethettiği yerlerdeki şehirlere bazı askerlerini bıraktı. Bu askerlerin bir kısmı 8 yıllık askerlik süreleri bittiğinde ülkelerine geri dönerlerken bazıları da oralarda kaldı ve yerel kızlarla evlendi, aile kurdu. Fethettiği kentlerde bıraktığı ve savaşlarda ölen askerlerinin yerine Makedonya ve Yunanistan’dan devamlı takviye  kuvvetler aldı. Eee, eli ayağı tutan erkekler, yaşamında hiçbir savaşı kaybetmemiş olan Büyük İskender’in ordusuna katılmaya can atıyorlardı. Hani askerlere ödenen paranın da bu “can atma”da önemli rol oynadığını söylemeden de geçmemek lazım.

(Ara not 1:  13 yıllık fütuhatı sırasında fethettiği  yerlerde onun  adını taşıyan otuzdan fazla şehir kuruldu. Bugün bu şehirlerden sadece ikisi ayakta kalmıştır. Biri, Mısır'daki İskenderiye kenti, diğeri ise…..Yurdumuzdaki  İskenderun’dur).

(Ara not 2 : Bizim .İskender  diye adlandırdığımız Makedonya kralının  asıl ismi 3. Alexandros’tur.)

(Ara not 3: şimdi n’olur aranızdan biri çıkıp da bana “Bre Ahmet Efendi, Yunanistan’daki Alexadrepolis şehrini unuttun” demesin. Oranın adı 1920’lerde  şehri ziyaret eden Yunan Kralı Alexandros’un onuruna değiştirilmiştir ve böylece palikaryalar şehrin, asırlardır kullanılan Türkçe adı olan Dedeağaç’tan kurtulmuşlardır).

………………………

 

Haydi şimdi de konuyla ilgisiz gibi görünmekle birlikte bu yazımda neyi anlatmak istediğime dair sizlere bir ipucu daha sağlayacak olan yeni bir bölüme geçelim.

……………………..

 

Sean  Connery  ve Michael Caine………Birleşik Krallığın beyazperde dünyasına verdiği iki dev aktör. İngilizceyi kendilerine özgü telaffuzlarıyla daha hoş bir lisana dönüştüren bu devlerden biri yani “My name is Bond, James Bond” ifadesi ile  hatırlara  kazınan Sean Connery 3-4 yıl önce  başka bir dünyaya göç ettiyse de, İngilizceyi sonradan doğru dürüst öğrenen Cockney aksanlı Michael Caine hala “ yıkılmadım, ayaktayım”  diyor.

Bu iki “dev” aynı filmde bir araya gelseler ne olur?

1970’lerin başlarında “Uzaktaki Köprü / A Bridge Too Far” filminde birlikteydiler. Ama  o filmde birçok ünlü oyuncu rol almıştı, kimi seyredeceğimizi  bilememiştik. Kimler kimler yoktu ki o filmde, Sean Connery ve Michael Caine yanında…..

Lawrence Olivier, Edward Fox, Robert Redford, Ryan O’neil, Dirk Bogarde, Anthony Hopkins, Colin Farrell, Jeremy Kemp, Elliot Gould, Gene Hackman, James Caan, Maximillian Schell, Benn Cross, Liv Ullman….bir ben yoktum sizin anlayacağınız. Bu nefis “Minestrone çorbası” içinde Sean ile Michael’i ayırmak kolay değildi.

Bir kaç yıl sonra, bir başka filmin bu kez  başrollerini birlikte paylaştılar. “Daha iyisi Şam’da kayısı”  sayılması gereken bu filmin adı “Kral olacak Adam / The Man Who Would be King”dı. 

“Tadından yenmez” film, İngiliz edebiyatının önde  gelen yazarlarından Rudyard Kipling’in aynı isimli romanından beyazperdeye uyarlanmıştı. Film 1800’lü yılların sonlarında geçiyordu. İngiltere İmparatorluğunun Hindistan’daki Ordusundan kaçan iki  subayın (Sean ve Michael ) çaldıkları tüfeklerle birlikte ülkenin kuzeyindeki dağlık bölgede yaşayan kabilelere silah satıp  para kazanmak için yaptıkları yolculukta yaşadıkları  maceralar anlatılıyordu filmde. İki maceraperest  kafadar, yolculuklarının sonunda dağlar arasında izole kalmış, bölge insanlarından ayrı anatomiye, ten, saç ve göz rengine sahip kişilerin yaşadığı, üstelik civardaki  dini inançların hepsinden (Müslümanlık,  Budizm, Hinduizm) farklı, çok tanrılı, pagan  inançlı kişilerin yaşadığı  bir yere ulaşıyorlar ve başlarına gelmeyen kalmıyordu.

Sözkonusu ülkenin adı…….”.Kafiristan”dı.

Yani benim bilerek atladığım, sonu “stan/istan” ile biten iki bölgeden biri.

 

“Sonra neler mi oldu ?”. Hiç anlatır mıyım  Canım….konumuz film değil ki……”Kafiristan”.

Bu muhteşem filmi çok merak ediyorsanız bir yerlerden indirip seyredersiniz artık.

………………………

 

Ben Afganistan’dayken  mezkur bölgeyi gidip gördüm.

Günümüzde Afganistan sınırları içinde yer alan bölgede, gerçekten de, insanların çoğu, Afganistan'ı oluşturan çeşitli etnik gruplardan (Peştun, Tacik, Hazara, Özbek, Türkmen, Aymak, Beluç) farklı olarak  geniş   omuzlu, iri yapılı, uzun boylu kişilerdi. Tenleri beyaz, gözleri renkli, saçları sarı veya açık kumraldı. Ayrıca bölgenin adı “Kafiristan” değil, “Nuristan”dı. Yani, bilerek atladığım sonu “stan/istan” ile biten ikinci bölge.

Ne olmuştu da “Kafir”ler birden bire “Nur” lanmışlardı ?

Kimdi bu sonradan “Nurlanan, yani aydınlanan”  Kafirler….nereden gelmişlerdi?

Bu konuda birçok sav var.

Benim, inandığım ve doğru olduğunu sandığım tezi aslında anlamış olmanız lazım…….yazıyı başından itibaren dikkatle okuduysanız.

Bu kişiler bence…………..Büyük İskender’in geride bıraktığı askerlerin büyük, büyük, büyük torunlarıydılar.. Dini inançları nedeniyle “kafir” damgasını yemişler, yaşadıkları yere de kafirlerin ülkesi anlamında “ Kafiristan ” adı verilmişti.

1800’lerin sonu, 1900lü yılların başlarında Afganistan Emiri Abdurahman  Han ülkeyi birleştirirken  Kafiristan’ı da fethetmiş, oradaki halkı Müslüman olmaya tekme tokat ikna ederek (!) bölgeyi “aydınlığa” kavuşturmuş ve adını “Nuristan”  olarak değiştirmişti.

Ne var ki bu “Kafirler” zorla Müslümanlaştırılmayı uzun süre kabul etmediler…….direnişleri 930’lara kadar sürdü Yıllar sonra Taliban’ın bölgeye yerleşmesini müteakiben çok daha “Nurlandılar”.

 

Bugün, “Nuristan” Afganistan’ın 34 vilayetinden biri. Çeyrek milyon civarında bir nüfusa  sahip. Çoğunluğu çoktan kaybetmiş olmalarına rağmen halk arasında hala geniş omuzlu, iri yapılı, uzun boylu, beyaz tenli, mavi gözlü, sarı saçlı insanlara rastlamak mümkün.

 

“Gidip görülür mü ?” diye  soracak olursanız, Taliban rejimi altındaki bölgeyi gidip göreceğinize “Kral Olacak Adam” filmini indirip görün derim. O zaman “Kafirler”mi daha iyi, “Taliban”mı ikilemi arasında kalırsınız ve oturup şimdiki halinize şükredersiniz. Ama illaki “gidip göreyim” derseniz…….amaan boşverin canım……

 

………Nasıldı o  güftesini İhsan Raif Hanımın kaleme aldığı, kemani Serkisyan  Efendinin Nihavent makamında bestelediği “Kimseye Etmem Şikayet” şarkısının sözleri?……...

 

………”Kimseye etmem şikayet,

            Ağlarım ben halime,

            Titrerim mücrim gibi,

            Baktıkça istikbalime………”

 

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.