İngilizler avlanmayı pek severler. Dünyanın çeşitli bölgelerinde geçmişte düzenledikleri kara avı partileri ile birçok hayvan cinsinin neslinin tükenmesine çanak tutmuşlardır.
Haklarını yemeyelim, kendi ülkelerinde de avlanırlar. Filmlerde gördüğümüz, özel kıyafetleri ile at sırtında, borular çalarak tilki kovaladıkları av partileri, özellikle aristokrat kesimde hala rağbettedir.
Tüfekle de avlanırlar.
Balık avını da çok severler…..
Ama…..kendi ülkelerinde konulan tüm cins, mevsim ve sayı sınırlamalarına tümüyle riayet ederek.
1950’li yılların başlarındayız. Bir grup İngiliz avcı, Tvid şapka ve ceketleriyle, Wellington çizmeleriyle, arkalarında tüfeklerini taşıyan, dolduran silahtarlarıyla , gümüş tepsi üzerindeki kristal kadeh ve konyak şişeleriyle kafileye yetişmeye çalışan hizmetkarları ile, beyleri hayranlıkla izleyen uzun etekli, kocaman şapkalı, şemsiyeli ve deri eldivenli “lady”ler ile ava çıkmışlar. Yabani kaz avına.
Aralarında meşhur İrlanda birası Guiness’in Yönetim Kurulu Başkanı Sir Hugh Beaver de var.
Sir Hugh elindeki Purdey marka tüfekle atıyor, atıyor lakin bir türlü vurmaya muvaffak olamıyor. Yanındaki av arkadaşları dalga geçmeye başlayınca başarısızlığına mazeret olarak dünyanın en hızlı uçan/kaçan yabani kazlarının İngiltere’de olduğunu ileri sürüyor. Arkadaşları gülüyorlar. Sir Hugh “var mısınız iddiaya?” diyor kızgınlıkla. Herkes iddiaya katılıyor.
İyi de, dünyanın en hızlı yabani kazının hangi ülkede olduğunu nasıl tesbit edecekler? Her hangi bir kaynak mevcut değil. Google deseniz, kurucuları Brin, Larry ve Page o tarihlerde anlarının rahimlerine dahi düşmemiş.
İddia sonuçsuz kalıyor ama konu Sir Hugh’ün aklından çıkmıyor.
Dünyanın “en”leri için bir referans kaynağı ihtiyacı nasıl giderilir?.
Sonunda kendi sorusunun yanıtını yine kendisi buluyor……veee..
1955 yılında Dünyanın “en”lerini içeren ilk “Guiness Rekorlar Kitabı” yayınlanıyor.
…..veee, o gün bugündür her yıl yeni rekorlarla, yeniden yayınlanıyor…….
…………Dünyanın en çok satılan/okunan kitap serisi haline geliyor.
1955-2000 yılları arasında ”Guiness Rekorlar Kitabı” adını taşıyan kitap 2000 yılından sonra Guiness Dünya Rekorları” ismiyle yayınlanmaya başlıyor.
İlginç rekorlar var bu kitapta. Mesela gavurun biri en uzağa işeme rekoru kırmış, 8.5 metre…hem de rüzgarın yardımı olmadan..
Peki Türkiye’den rekorlar yok mu bu kitaplar içinde?
Olmaz olur mu hiç.
Yanlış hatırlamıyorsan 8000 civarında rekorla biz de önemli katkıda bulunmuşuz bu eşsiz Kitap serisine.
Örneğin, 7-8 yıl önce “Dünyanın en uzun çiğ köfte dürümü”nü yaparak Kitaptaki yerimizi almışız. Tam 231 metre ……
Haaayt, var mı bize yan bakan?
Bu rekorla Dünya barışına, kültür ve medeniyetine yaptığımız mümtaz katkıyı düşünsenize bir..
Guiness Rekorlar Kitabı 20. değil 17.Yüzyılda yayınlanmış olsaydı oraya bileğinin hakkıyla girmeyi hakkedecek bir medar-ı iftiharımız olacaktı….Zurnazen Mustafa Paşa…..tarihte en kısa süre Sadrazamlık yapan “devlet adamı”.
Kimi tarihçilere göre iki saat, kimilerine göre üç saat Sadaret Makamında oturmuş bir Zat-ı muhterem.
………………………
Hikayesini anlatmadan önce, bu makamın ne olduğunu, tarihçesini,ilk ve son sahiplerini, neden bazılarına Veziriazam, diğerlerine Sadrazam denildiğini hatırlatmak istiyorum.
Vezir-i azam da Sadr-ı azam da arapça kökenli birleşik kelimeler.
İkisinde de kullanılan “azam” ibaresi, bildiğiniz üzere büyük anlamına geliyor (azami= en büyük/fazla vs. sözcüğünün kaynağı da bu).
“Vezir” ise “sorumluluk sahibi” demek. Böylece “vezir-i azam” en çok, en üst, en büyük sorumluluk sahibi kişiye deniliyor.
“Sadr-ı azam” da “üst makam sahibi kişi” anlamında.
Bugüne uyarlarsak “vezirler” bakanlara, “Veziriazam ve Sadrazamlar” da başbakana tekabül ediyor.
16.yüzyıl ortalarına kadar “Veziriazam” sözcüğü kullanılmış, daha sonra yerini “Sadrazam” kelimesine bırakmış.
Neden?
Doğrusunu isterseniz bilmiyorum.
Osmanlı ilk kurulduğunda böyle bir makam yok. Zaten Osman ve Orhan zamanında Osmanlı tam anlamıyla bir “devlet” değil, “beylik”. Bu nedenle Osman ve Orhan’a “Sultan” değil “Bey” diyoruz.
İllaki ilk vezir bulmak istiyorsak Orhan Beyin kardeşi Alaaddin Paşa böyle bir işlev gördü diyebiliriz.
Orhan Beyden sonra gelen (oğlu 1.Murad’ın (Murad-ı evvel veya Murad Hüdevendigar’ın) bir çok veziri olmuştu. Bunların arasından akıllı, becerikli, uyanık birisi ön plana çıkınca Padişah ona en büyük vezir yani “Veziriazam” unvanını verdi. Bu unvan ve makam, ismi bir ara değişse de Osmanlı yıkılana kadar devam etti.
Böylece Çandarlı Ailesinden Kara Halil Hayrettin Paşa Osmanlının ilk Veziriazamı oldu.
Çandarlı ailesinden benim hatırlayabildiğim kadarıyla en az dört kişi, birbiri ardından Osmanlı Padişahlarına Veziriazamlık etmişti
(Halil Hayreddin, Ali, İbrahim, Halil Paşalar)
Bunlardan sonuncusu olan, Sultan 2.Murad ve oğlu (Fatih) Sultan (2.) Mehmet’e hizmet eden Çandarlı Halil Paşa, İstanbul’un fethinin hemen sonrasında Fatih Sultan Mehmet tarafından boğdurulmuş ve öldürülen ilk Veziriazam olarak tarihe geçmiştir.
Fatih Sultan Mehmet’in Çandarlı Halil Paşayı öldürttükten sonra “Etrak (Türk kelimesinin çoğul hali, yani Türkler) bi idrak ” yani “Türkler kafasızdır” dediği ileri sürülür. Bazı tarihçiler buna karşı çıksalarsa da Sultanın hiç Türk veziriazam, vezir, üst düzey yönetici, komutan atamadığı gözönüne alınırsa sözün doğru olma ihtimali daha güçlenir.
Fatih’ten 50 yıl kadar sonra Çandarlı soyundan gelen bir kişinin daha (İbrahim Paşa) Veziriazam olduğunu hatırlar gibiyim. Bu arada hep ve ilerleyen dönemlerde zaman zaman Devşirmelerin bu makama ve diğer üst makamlara getirildiğini biliyoruz.
Osmanlı Sadrazamlık makamına damga vuran bir diğer aile de Köprülüler’dir. Arnavut devşirmesi olan Köprülü Mehmet Paşa ile başlayan bu Sadrazamlık ailesi oğullar, damatlar ve akrabalar ile Osmanlının en iyi dönemlerinden biini yaşamasına katkı yapmıştır.
Bakalım bu “Sadrazamlık hanedanı”nın kaç mensubunu sıralayabileceğim. Köprülü Mehmet Paşa, Köprülü Fazıl Ahmet Paşa, Köprülü Numan Paşa, Köprülü Fazıl Mustafa Paşa, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa….başka, başka…Köprülü Damat Abaza…Paşa.
Bir de galiba Köprülü Abdullah Paşa vardı yanılmıyorsam.
İnşallah yanlış yapmamışımdır.
Her iki ailenin soyu da günümüze kadar devam etti ve Türk siyasi hayatında etkilerini sürdürdü.
Siyasal Bilgiler Fakültesinden sınıf arkadaşım, gazeteci, yazar ve halihazırda DEM Milletvekili Cengiz Çandar, Çandarlı Ailesinden gelir..
Demokrat Parti döneminde Başbakan Yardımcılığı, Dışişleri Bakanlığı yapmış olan edebiyatçı, Prof. Fuat Köprülü de Köprülüler Ailendendir.
Rahmetli Amcazadem Prof.Ahmet Gündüz Ökçün’ün de Dışişleri Bakanı olarak yer aldığı 3.Ecevit Hükümetinde Dış Ticaret Bakanlığı görevini üstlenen rahmetli Teoman Köprülüler ve yine Siyasal Bilgilerden sınıf arkadaşım, Dışişleri Bakanlığından meslektaşım rahmetli Büyükelçi Ali Köprülü’nün de, emin olmamakla birlikte Köprülüler Ailesinden olmaları muhtemeldir.
……………………..
Bu haftaki yazı biraz uzun oldu.
İzninizle devamını bir sonraki yazıya bırakalım.
O zamana kadar sevgiyle kalınız, sevgimle kalınız.