Ne zaman bu kadar yorgun düştü kalbimiz?
Kimseye kötülük etmeden yaşamak artık neden bu kadar yorucu?
İyi kalmak, anlayış göstermek, empati kurmak…
Eskiden insanca kabul edilenler bugün kahramanlık gibi geliyor çoğu kişiye. Belki sorun da burada başlıyor.
“İyilik, insanın kalbinde atan görünmez bir organ gibidir. Görünmezdir ama varlığı hayatta tutar. O organ çalışmazsa, insan dışarıdan yürür ama içeriden çürür. Kötülük, sinsi bir hastalık gibi yayılırken iyilik, en güçlü panzehirdir. Kimse görmese de iyilik, insanı hayatta tutan tek gerçek şifadır.”
Ancak iyiliğin ağırlaştığı bir çağdayız şimdi. Gülümsemek bile lüks, “Sen değerlisin, senin için buradayım” demek neredeyse cesaret ister oldu. Çünkü insanlar, iyi olanın sınırlarını zorlamayı görev edindi artık. Bir kez affettin mi, on kez daha susman bekleniyor. Birine iyi davrandın mı, bu onun senden daha fazlasını isteme hakkı gibi görülüyor. İyilik, paylaşmakken şimdi eksilmek anlamına geliyor çoğu insan için. Ve insan, bir noktadan sonra kendi iç sesini susturmayı öğreniyor: “Artık yeter.”
Birine dert anlatırken bile başlıyoruz susmaya. Çünkü yorgunuz. Çünkü biliyoruz ki herkes kendi derdine düşmüş. O yüzden yavaş yavaş, sevdiklerimizi bile uzak tutar oluyoruz kalbimizden. Çünkü “iyi” kalmak, “kırılgan” olmakla karıştırılıyor. Oysa iyilik; zayıflık değil, taşıması en zor yük belki de. Dünyanın bütün karanlığına rağmen içindeki ışığı söndürmemek…
Ve işte bu yüzden yorulduk. Kendi sesimizi duymaz olduk başkalarının gürültüsünden. Vicdan taşıyan herkesin sırtında bir ağırlık var artık.
Ne zaman görmezden gelsek bir haksızlığı, içimiz eziliyor.
Ne zaman birine “boş ver” desek, içimizde bir yer çöküyor.
Ama yine de biliyorum… Bu dünyayı hâlâ döndüren bir avuç “iyilik yorgunu”. Görünmüyorlar, konuşmuyorlar, övünmüyorlar… Ama onların çabasıyla ayakta kalıyor bu dünya.
Geçenlerde bir arkadaşım şöyle dedi: “Artık kimseye yardım etmek gelmiyor içimden. Çünkü iyiliğimi kullandılar, sonra da yokmuşum gibi davrandılar.”
Sustum bir an, çünkü aynı cümle defalarca benim içimden de geçmişti. İyilik yapmak istiyorsun, ama bir yerden sonra iyiliğin karşılığı olarak sadece suskunluk, vefasızlık ve beklenti alıyorsun. Ve bu, insanın içinde o görünmez organı… kalbi… yavaş yavaş yormaya başlıyor.
Ama biz yine de iyi kalmak istiyoruz. Çünkü biz o sessiz çabayı bilenlerdeniz. Bir çocuğun gözlerindeki gülümsemeden, bir yaşlının içten teşekküründen, bir sokak hayvanının mırlamasından anlam çıkarabilenlerdeniz.
İnsan olduğumuzu hatırlatan şeyler çoktan lüks oldu bu çağda, ama hâlâ tutunuyoruz onlara.
Çünkü biliyoruz: İyilik, karşılık için değil, insan kalmak için yapılır.
Belki artık herkes “kendine iyi bak” cümlesini çok daha içten söylüyor. Çünkü kimse kimseye tam anlamıyla iyi bakamıyor. Ama yine de kendi içimizde bir yerlere sakladığımız o iyilik kıvılcımıyla, birine bir fincan çay uzatmak, bir omuza hafifçe dokunmak, bir mesajla “yanındayım” demek bile bir mucizeye dönüşüyor.
Ve biz o mucizeleri hâlâ gerçekleştirebiliyoruz.
Yorgunuz, evet.
Kırgınız, evet.
Ama hâlâ insanız.
Peki sen, iyiliğini ne zamandır sadece kendine saklıyorsun?
Gönlümüzden taşan iyiliklerin, paylaşmanın, anlayışın çoğalacağı bayramlar dileğiyle… Ramazan Bayramınız kutlu olsun. Kırgınlıkların yerini huzura, yorgunlukların yerini umuda bıraktığı, kalpten kalbe yol bulan bir bayram olsun.