Dünya çok hızlı bir dönüşüme doğru yönlendirilirken ,önce geçmişten gelen eski yapıların tasfiyesi girişimlerinin gündeme geldiği ve daha sonraki aşamada bunların yıkılmasıyla beraber açılan alanların yeni yapılanmalara doğru yönlendirildikleri görülmektedir. Son elli yılda bütün dünya ülkelerindeki kentlerin elli ile yüz katlı binalar arasında değişen çok katlı gökdelenler üzerinden yeni yerleşim alanları olarak belirlendikleri ortaya çıkarken, kırsal alanlardan kentsel arazilere doğru yeni bir varoş hareketliliğinin öne çıktığı anlaşılmaktadır. Bütün belediye yönetimleri şehirlerin ortasında böylesine bir çıkmaz ile karşı karşıya kaldıkları için ne yapacaklarını bilememekte, bir yandan geçmişten gelen kent içi kamusal alan yapılanmalarını korumaya çalışırlarken, diğer yönden de yenilik sürecinin dışında kalmak istemeyen değişimden yana yerel yönetimler aracılığı ile de küresel alandaki yenileşme sürecinin içinde yer almaya çalışarak ve sürekli bir çizgide ileri geri hareket ederek ciddi bir sarsılma ve sarsıntı aşamasına doğru sürüklenmişlerdir. Geçmişe dönük bir tarihsel bakışla konuya yöneldiğiniz zaman insan uygarlığının ilkel dönemlerden bugünlere gelen siyasal ve sosyal birikimlerin etkisi altında kalınmakta ama diğer yandan gelişen birbirini izleyen yenilikçi girişimlerin yansımalarıyla da gecekonduların yerini elli katlı gökdelenler çizgisinde yüksek binalar almaktadır. Bir yandan eski binalar yıkılırken, diğer yandan da gökyüzüne uzanarak atmosferi delmeye çalışan elli ya da yüz katlı yeni iş merkezleri ya da yerleşim merkezleri birbiri ardı sıra bütün dünya şehirlerinde yapılmaya çalışılırken de bu yeni yapılanmaların toplum içinde, devletin çatısı altında ve de her yönü ile insan uygarlığının tam ortalarında yer aldıkları göze çarpmaktadır. Böylesine bir süreç geçen yüzyılın ikinci en büyük siyasal yapılanması olan Sovyetler Birliğinin dağıldığı gün başlamış ve bugüne kadar devam etmiştir. Günümüzde gelinen yeni aşamada böylesine bir sürecin daha da hızlandığı görülmektedir.
Yeni dünya düzeni eskisini hızla yıkarak ilerlerken yeni oluşumların zaman içerisinde daha da belirginlik kazanmasına yol açmaktadır. Bütün dünya ve insanlık böylesine çift yönlü bir değişim olgusu ile karşı karşıya kalınca, insanlar bir yanda yıkılmakta olan eski dünya düzeninin altında kalmamaya çalışmakta, diğer yandan da var olan güçleri ile yola devam ederek yarının dünyasında onurlu bir yer kazanabilmenin arayışı içine girmektedirler. İşte bu iki yönlü yaşam sürecinde herkes kendi yolunu bulmaya çalışırken, geçmişten bugüne gelmiş olan toplumlar ve uluslar, devletler ve diğer oluşumlar birbirleriyle hızlı bir rekabet yarışına girerek, eskisinden daha güçlü bir konuma gelmek ya da eskisine oranla daha güçlü bir yapılanma içinde olabilmenin çabaları içinde yeni bir yer ve yerleşim yapılanması için uğraşmaktadırlar. Bugünün dünyasında yarın bir gelecek olmaktan çıkmış ve bugün haline gelerek yarışı ve rekabeti daha da hızlandırmıştır. Böylesine büyük bir değişimin bütün dünyayı sarsması ile devletler ve uluslar fazlasıyla etkilenmekte ve bu yüzden geçmişin kazanımları giderek zarar görürken, geçmişten bugünlere uzanan varlıkların ve birikimlerin de önümüzdeki dönemler de benzeri doğrultuda değişim ve dönüşüme zorlanacakları, artık iyice belli olmuştur. Bu çerçevede devletler ve milletler kendilerini korumaya öncelik verirken, iş sahibi ya da belirli örgüt ve organizmaların başında bulunan yönetici kesimlerin var olan yapılanmaları sürdürebilirlik noktasında şimdiden dökülmeye başladıkları ve toplum içinde etkinliğini koruyan belirli güç merkezleri ile beraberce büyük örgüt, organizasyon, meslek kuruluşları, sendikalar, dernekler ve vakıfların ya da parti örgütlenmelerinin gelmekte olan değişim rüzgarlarına karşı çıkamadıkları ve de direnerek kendilerini koruyamadıkları açıkça görülmektedir. Dünyadaki değişim rüzgarlarının giderek küresel şirketler ile holdingleşen bazı cemaatlerin etkisi altına girdikleri görülmektedir.
Yeni gelinen aşamada küresel şirketler ve onlarla beraber hareket eden geleneksel cemaatlerin ortak davranmalarıyla, demokrasi ile yönetilmekte olan çağdaş ülkelerde siyasetin el değiştirdiği görülmektedir. Şimdiye kadar siyasetin göbeğinde yer alan siyasal partiler dinin siyasal amaçlı kullanılmasıyla birlikte geçmişten gelen toplumsal güçlerini ellerinden kaçırmışlar ve bunların yerini toplumsal tabanı olan geleneksel cemaatler ile serbest piyasa üzerinden giderek küreselleşmiş olan eski tekelci büyük şirketler, yeni küresel holdingler görünümünde dünya ekonomik düzenine el koymuşlardır. Bütün insanlığın ekonomik kaynakları yeni uluslararası yapılanmalar üzerinden bir avuç aşırı zengin ailenin hegemonyasına terk edilmiştir. İki bin yıllık yakın tarih döneminde insanlar dünyanın her köşesine, var olan beş kıta üzerinden dağılarak erişirken, çağdaş dünyanın son iki bin yıllık gelişimleri ve bunlara bağlı olarak gerçekleşen yapıların bütünüyle devre dışı bırakılmaya çalışıldığı, bugünün dünyasındaki dışarıdan zorla baskı ile yaptırılan değişikliklerin sonuçları olarak gündeme getirildikleri bugünün dünyasının gösterdiği yenilikler olarak algılanmaktadır. Bu çerçevede, elinden gücü kaçırmış olan siyasal partiler yerlerini yeni güç sahibi cemaat holdinglerine bırakırken, tarikat disiplini sayesinde cemaat tabanlarının öne çıkmasıyla, yeni siyasal fikir ve düşünceler halk kitlelerine siyasal partiler üzerinden değil ama geleneksel cemaatler üzerinden yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Partiler böylesine bir süreç sonucunda güç kaybederken, eskiden siyasal partileri yönlendiren tekelci şirketler, kendi çıkarlarının ana hedef haline getirildiği siyasal arenada siyasetin ana merkezleri haline gelerek, partilerden boşalan toplumsal tabanların, din üzerinden siyasal hedeflere yönlendirildiği bir yeni ortaçağ düzenine doğru harekete geçirilerek, bugünkü yeni ve yakın çağlar dönemlerinin sonunda ortaya çıktıkları görülmektedir. Dinler ve cemaatler üzerinden geliştirilen yeni dünya düzeni yapılanmasında küresel şirketler ile ulusal devletler karşı karşıya getirildikleri için, geçen dönemden gelen tekelci şirketler küreselleşerek öne çıkmakta ve şirketlerin holdingleşmesiyle birlikte de alt kimlikli holding gruplarının şirket patronlarının çıkarları doğrultusunda devlet bürokrasisinin önde gelen yöneticileri haline gelmektedirler. Daha önceleri ideoloji ve siyasal programlar ile yönetilen partilerin yerini, yeni dönemde mezhep ve tarikat şeyhlerinin talimatlarıyla yönetilen cemaatçi çizgideki örgütlü yapılanmalar almıştır.
Siyasal partilerin önünün tarikatlar ve cemaatler aracılığı ile kesilmesi üzerine partiler ile birlikte meslek kuruluşları, demokratik kitle örgütleri, büyük dernekler ve vakıflar sahip oldukları eski konumlarından uzaklaştırılarak ortaçağ benzeri bir dini bir yapılanmaya doğru yönlendirildikleri yeni aşamada, çağdaş dünyanın insan hakları teorileri doğrultusunda demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan siyasal partiler ve onların dışındaki paralel gelişmeler ile toplumsal gereksinmelerin gösterdiği çizgilerde çalışmalar yapması gereken sivil toplum kuruluşları gibi takdim edilmeye başlanmışlardır. Son zamanlarda Türkiye’de meslek kuruluşları ile birlikte demokratik kitle örgütleri giderek güçlerini ellerinden kaçırdıkları noktada, bunlar ortadan kalkmakta olan sivil toplum kuruluşlarına benzer bir biçimde yeni bir tanımlanma ile kimlikleştirmeye doğru yönlendirilirken, devlet bakanlıklarının belirli mezhep ya da cemaatler ile imzalanmakta olan protokollere göre resmi eğitim ve kültür çalışmaları yapılacağı kürsülerden dile getirilerek, yeni ortaçağ sürecinin küresel şirketler tarafından yeni ortakları olan mezhepçi tarikatlara doğru yönlendirileceği, resmi otoriteye temsil eden siyasal iktidarın bakanları ve yüksek bürokratları tarafından dile getirilmiştir. Daha önceleri meclis başkanlığı yapmış bir eski hukukçunun benzeri gelişmeleri kürsüden açıkça söylemesiyle başlayan bu tür tartışmaların yeni dönemde devam ettirilerek, açıktan bir hesaplaşmaya yönlendirileceği son dönemlerdeki gelişmeler üzerinden anlaşılmaktadır. Siyasetin yasaklandığı ve demokratik kitle örgütlerinin sınırlandırıldığı bir siyasal süreç içinde, orta çağ örgütleri ile yeni ve yakın çağ örgütlerinin birbiri ile karıştırıldığı görülmektedir. Partiler ile birlikte sivil toplum kuruluşlarının bulunmadığı eski orta çağ döneminde var olan şehir devletlerinin, bir papaz ve de bir de derebeyinin görev almasıyla yönetildiği küçük devlet modeli olarak belirlenirken, yeni dönemde eski şehir devletlerinin zorla gündeme getirilmeleri rastlantı değildir. Bunlar orta çağ dönemine geri dönüşün açık göstergeleridir.
Yeni dönemde siyasal partiler ve sivil toplum kuruluşlarının siyasal alanda geride bırakıldığı yeni bir aşamaya doğru politik gelişmeler ilerlemektedir. Yeni bir döneme girerken var olan sosyal yapıların partilerin ve de sivil toplum kuruluşlarının yerlerini her alanda toplumun içinden çıkmış olan dernekler, örgütler, vakıflar, kooperatifler ile ekonomik birlikler gibi diğer tüzel kişiler, içinde bulundukları devletlerin, toplumların ve de kişilerin var olan kazanılmış haklarını savunmak durumundadırlar. Bunun için bütün tüzel kişilerin hukuksal temeli olan oraya çıkışlarını ülkedeki yönetim ve muhalefet dengeleri açısından düşünerek, çağdaş uygar devletlere benzer bir biçimde yeni bir siyasal düzene konulmalıdır. Emperyalizme karşı çıkarak, direnerek ve bir bağımsızlık savaşı vererek dünya siyaset sahnesine çıkmış olan Türk ulusu ve Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti bugünün koşullarında sahip olduğu konumunu, geçmişten gelen hak ve ödevlerini iyi bilmek ve bu doğrultuda kurucu iradeden gelen ulus devlet modelini iyi savunmak ve bu doğrultuda eski Kuvayı Milliye’den gelen ulusal güç düzenini koruyarak ve de her türlü saldırı ve savaş girişimlerine karşı çıkarak kazanılmış hakların korunmasını çağdaş hukuk düzenlerinde olduğu gibi, savunarak yoluna devam etmek zorundadır. Çağımızın devlet modeli olarak ulus devletlerin kendi varlıklarına saldıran emperyalist güçlerin ekonomik ve siyasal saldırılarına karşı siyasal partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının yetersiz kaldığı aşamalarda, ulusal toplumun gerektiği gibi temsil edilebilmesi için diğer alanlardaki ulusal toplum örgütlerinin hızla devreye sokulmaları gerekmektedir. Bu açıdan ulusal kurtuluş savaşı sırasında Türk ulusunun göstermiş olduğu ulusal örgütlenme oluşumu benzeri bir çizgide, kurtuluş savaşının devamı biçiminde bir yeni milli duruş ve savunma mekanizmasının ulusal çizgideki milli kuruluşlar tarafından örgütlenmeleri gerekmektedir. İmparatorluğun çöküşü üzerine bir ulus devlet kurmak üzere yola çıkan Türk ulusunun ilk Kuvayı Milliye adımlarını atan, ülkedeki Hemşeri derneklerinin ortaya çıkışları bugün her zamanki durumdan daha fazla önem kazanmaktadır. Bir il ya da ilçede yaşamakta olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bugünkü emperyalist saldırıya karşı tıpkı Kuvayı Milliye günlerinde olduğu gibi karşı çıkarak ve birleşerek tepki göstermeleri zorunludur Bu açıdan Hemşeri derneklerinin Türk toplumunun siyaset ötesinde kalan kısmı ile birlikte ortak hareket ederek küresel şirketlerin saldırılarına karşı ulus devletin egemenliğini savunmaları gerekmektedir.
Hemşeri dernekleri ulusal kurtuluş savaşının kazanılmasını sağlayan Müdafa-i Hukuk ya da Müdafa-i Milliye örgütlenmesinin kurtuluş savaşı sırasında çekirdek örgütleri olmuştur. Bugün de 81 Vilayetin temsilcilerinin kurmuş oldukları il, ilçe ve vilayet dernekleriyle birlikte Hemşeri dernekleri yeniden önem kazandıkları için, tıpkı ulusal kurtuluş döneminde olduğu gibi bir ulusal var oluş hareketini örgütlemeleri gerekmektedir. Bugün dış baskılar ile önü kesilen partiler ve sivil toplum kuruluşlarının yetersiz kalmasına neden olan tüm sorunların çözülebilmesi için, Müdafa-i Hukuk çizgisinde oluşacak bir Hemşeri devletleri örgütlenmesiyle sonuç alınabilecektir. Aynı şehirlerde oturan ve yaşamını sürdüren Hemşeri dernekleri üyeleri birer Türk vatandaşı olarak öne çıkmalarıyla birlikte, siyasal alanda eksik kalan direnme, tepki gösterme ve de ulusal çıkarların korunması çizgisindeki Hemşeri derneklerinin bir araya gelerek, bugün Avrupa Birliği desteği ile şehir devletleri aracılığı ile bölünmek istenen Türkiye Cumhuriyeti ulus devletinin varlığını ve sonsuza kadar geleceğini savunmak durumundadırlar. Partiler ve sivil toplum kuruluşlarının bu çizgide her türlü emperyalist saldırıya karşı çıkmaları, cumhuriyetin sonsuza kadar yaşatılabilmesi için zorunludur. Türkiye’deki siyasal partilerin Büyük Orta Doğu, Büyük Yakın Doğu, Büyük Avrupa ya da Büyük İsrail gibi merkezi bölge kontrolü için geliştirilen emperyal ve Siyonist politikalara karşı çıkmayarak pasif davranmaları yüzünden, Türkiye Cumhuriyeti neredeyse yarı sömürge bir devlet konumuna sürüklenmiştir. Türk devletinin yüz yıl önce de batıdan gelerek Türkiye’yi işgal etmeye yönelen emperyalizmin ordularına karşı çıkarak ve savaşarak, tüm yabancı orduları Akdeniz’e dökmesi gibi benzeri bir büyük ulusal refleksin Türk devleti ve milletinin, Hemşeri derneklerinin öncülüğünde ve milli kuruluşlar ile bağımsız kurumların desteğinde ortaya konacak ikinci bir ulusal kurtuluş mücadelesi olarak devreye sokulması gerekmektedir.
Sovyetler Birliğinin çöküşü, İki kutuplu dünya düzeninin yıkılması, Avrupa devletlerinin tıpkı ABD gibi bir büyük kıtasal birlik oluşturamaması eski sosyalist ülkelerin yeni dönemde batının emperyalist devletlerinin sömürgesi durumuna düşmesi ve yeni dönemde Rusya, Çin, Hindistan ve de Brezilya gibi çok büyük ve kalabalık ülkelerin öne çıkmaları sayesinde, eski dünya dengelerinin ortadan kalkması ile birlikte yeni bir dünya düzeni aranmaya başlanmış ama aradan çeyrek yüzyıllık bir zaman dilimi geçmesine rağmen yeni bir dünya düzeni kurulması çizgisinde hiçbir olumlu adım atılamamıştır. Yeni dönemin yeni kuruluşları kurulamayınca, yeni büyük devletlerin dünya sahnesinde hızlı hareket ederek küresel bir kaos ortamı yaratılmasına yol açmalarıyla dünya geçen asırdan gelen uluslararası yapılanmanın sürüp giden yansımalarıyla uğraşmak zorunda kalmıştır. Yirminci yüzyıla girerken eski dünya düzeni çökmüş ama yerine yeni bir dünya düzeni kurulamamıştır. Geçmişin uzantıları ile geleceğin sinyalleri aynı dönemde birlikte ortaya çıktıkları için yirminci ve yirmi birinci yüzyılların yansımalarıyla uğraşırken, eski dünya düzeni bozulmuş ama yerine yeni bir dünya düzeni kurulamamıştır. ABD ve AB gibi büyük siyasal birliklerin yanı sıra Rusya Federasyonu, Şangay Örgütü ve beş büyük devletin batı emperyalizmine karşı yeni dünya dengesi amaçlı olarak oluşturduğu bir üst yapılanma olarak BRİCS örgütü uluslararası alanda yuvarlak dünya platformu üzerinde gelecek için yeni arayışlara girmiştir. Var olan ulus devletler düzeni içinde geçmişten bu yana birbirleri ile rekabet ederek yarışan beş kıta üzerindeki ulus devletler, geçmişten gelen bağlantılarını ve yıkılmış olan eski dünya düzeninin kazandırdıklarını korumaya çalışırken, uluslararası alandaki ortaya çıkan yeni alternatiflerden yararlanmaya çalışarak, kendi çevrelerinde oluşmaya başlayan yeni bölgeselleşme oluşumlarına katılarak ya da yeni küresel oluşumların içinde yer alarak ve bunlara karşı ilgisiz kalmayarak, çok yönlü ekonomik ve siyasal birlikteliklere katılarak ve bunların içinde yer alarak daha güçlü ve zengin devletler düzeyine gelebilmenin arayışı ve çabalarına girişmişlerdir. İşte bu noktada eski düzene yeni ilişkilerin katılmasıyla dünya ülkeleri farklı bölge ve kesimlerle bir araya gelerek büyük devletlerin emperyalist planlarının bozulmasına yol açmışlardır. Büyük devletler ve bölgesel birlikler eski hegemonyalarını sürdürmeye çalışırken orta ve küçük boy devletler kendi çıkarları doğrultusunda beş kıta üzerindeki ilişkilerini artırarak daha zengin ve güçlü olabilmenin mücadelesini verirken diğer devletler üzerinde baskı ve sömürü düzenlerini sürdürmeye doğru yeni saldırılarda bulundukları görülmeye başlanmıştır. Ulus devletlerin çatısı altında çalışmalar yapan siyasal partiler ve demokratik kuruluşların zaman içinde büyük devletlerin baskısı altında kalarak eşit olmayan ve sömürgeci konumda geliştirilen ekonomik ve siyasal ilişkilere girerek ülke halkına ve devletlerine zarar vermişlerdir
Siyaset alanında uzun süre görev yapan partiler ve demokratik kuruluşların büyük devletlerin emperyalist hegemonyalarının etkisiyle hareket ettikleri eskisine oranla daha da arttığı için, ülke halkları var olan demokratik kuruluşlar ve partiler aracılığı ile eşitlikçi ilişkiler geliştiremez bir duruma sürüklenmişlerdir. Ekonomik ilişkilerin yeniden dengelenebilmesi ve siyasal alanda daha adil ve dengeli bir düzen oluşturmak üzere, farklı ülkelerle daha dengeli siyasal ve ekonomik ilişkilerin geliştirilebilmesi için zemin aranmaya başlanmıştır. Yıllarca siyasal alanda etkinlik sağlayan kişilerin ya da demokratik kuruluşlar ile siyasal partilerin halk kitlelerinin gereksinmelerini karşılayacak düzeyde devreye girmemeleri nedeniyle, ortadan kaldırılamayan yeni yapılanma gereksinmelerinin karşılanmasını sağlayacak yolda, her ülkede var olan yerel derneklerin alternatif toplum kuruluşları olarak gündeme geldikleri görülmektedir. Bütün ülkelerde her konuda ya da her alanda dernekler, vakıflar ve diğer tüzel kişiler halk insiyatifi ile kurulabilmektedir. Meslek kuruluşları, demokratik kuruluşlar ve siyasal partiler halk kitlelerinin gereksinmeleri doğrultusunda devreye girerek gereken adımları atmamaları aşamasında, toplumun bütününü temsil eden Hemşeri derneklerinin devreye girerek ülkedeki bütün kuruluşlar, kurumlar ve merkezleri temsil etme misyonunu üstlenerek ülke ve devlet adına devreye girmeleri, tıpkı Kuvva-ı Milliye günlerinde olduğu gibi devletin varlığının korunması için bir vatandaş örgütlenmesi olarak Hemşeriler devreye gireceklerdir.
Hemşerilik uygulamasını anlayabilmek için bu kavramının iyice anlaşılması ve bu doğrultuda örgütlü bir yapılanmaya gidebilmek için bir değerlendirme yapılmasının gerekli olduğu görülmektedir. Başka kimselerle ya da çevre içinde yaşayan diğer insanlarla aynı köy, kasaba ya da kentten olanlara hemşeri adı verilmektedir. İnsanlar arasında aynı coğrafi yer ve bölgeden gelenlere de hemşeri adı verilmektedir. Ülke içinde her ilden ya da ilçeden gelenlerle köylerden ve kırsal yaşam merkezlerinden gelenlere de hemşeri adı verilmektedir. Özelde aynı kentten gelenler ya da bir vilayetin sınırları içinde doğan ya da yaşayan insanlar arasındaki ilişkilere de hemşerilik olgusu içinde bakmak mümkündür. Türkiye’de 81 vilayet olduğu için kent merkezli vilayet derneklerine hemşeri örgütü gözü ile bakılabilir. Gene Türkiye haritasına bakıldığı zaman bin civarında ilçe merkezinin bulunduğunu ve alt düzeyde hemşerilik ilişkilerinde ilçelerin esas merkez olarak da ele alındığı gibi durumlar da söz konusu olabilmektedir. Daha alt düzeyde semt, köy ya da kırsal alanlar gibi yer merkezleri de geniş kapsamlı bir bakış çerçevesinde hemşerilik konumunun bir başka açıdan değerlendirilmesi olarak görülebilmektedir. Hemşerilik ilişkileri kişisel düzeyde olduğu gibi aile akrabalık ya da komşuluk çizgileri açısından da ele alınarak incelenebilmektedir. Dünya haritası üzerinde her il ya da ilçenin harita üzerinde yerleri bilimsel kriterler aracılığı ile bilimsel olarak belirlenebildiğine göre, hemşeri konumundaki yer merkezleri ile yörede kurulmuş olan dernek ve vakıflar gibi tüzel kişilikli örgütler için de hemşeri sıfatı kullanılarak, devlet ve toplum içindeki çeşitli tasnifler ya da incelemeler açısından değerlendirmeler yapılabilir. Türkiye açısından konu ele alındığı zaman 81 il ve bini aşkın ilçe merkezi Türkiye haritası üzerinde iç içe geçtiği için üst ve alt kimlikli hemşerilikler harita üzerinde bir bütünlük göstermektedir. Bir toplumu oluşturan insan unsuru bütünüyle bir bütünlük içinde ele alındığı zaman alt ve üst kimlikli hemşerilik ayırımının ülkedeki var olan devlet sistemi içinde biçimlenebildiği görülmektedir. Merkezi devlet yapılanmalarında il ve ilçeler başkente daha sıkı bağlar aracılığı ile kurulurken yerelleşmeye öncelik veren sistemlerde ise il ve ilçeler arasındaki ilişkiler daha mesafeli olduğu için alt ve üst kimlikler üzerinden hemşerilik ilişkisi daha serbest bir biçimde düzenlenebilmektedir.
Uluslararası konjonktürde dünya yeni bir döneme girmektedir. Batı bloku dağıldığı için Avrupa ile Amerika arasında ciddi bir rekabet ve çekişme dönemi yaşanmaktadır. Yeni dönemde batılı emperyalistler arasında çekişme kavgaya dönüşürken, yerkürenin merkezi coğrafyasında Atlantik ve Avrupa emperyalizmlerinin ciddi bir savaşa doğru sürüklendikleri görülmektedir. Avrupa emperyalizmi Osmanlı sonrası merkezi alanı paylaşma kavgasını sürdürürken, Atlantik emperyalizmini temsil eden ABD ve onun patronu görünen Siyonist lobinin Büyük İsrail projesi doğrultusunda orta dünya alanına her yönden saldırıya geçerek merkezi alanın nüfusunu eritmeye çalıştığını, bütün dünya izlemeye devam etmektedir. Osmanlı devletini yıkarak dünyanın zenginliklerine ve enerji kaynaklarına el koymasını bilen batı emperyalizmi, yeni dönemde ortaya çıkan doğu emperyalizminin saldırıları ile boğuşurken diğer yandan da gene batı emperyalizmi ile İsrail Siyonizminin ortak saldırıları sonucunda ulusal kurtuluş savaşı mücadelesinin Türk ulusuna kazandırmış olduğu tam bağımsız çağdaş cumhuriyet devletine Türkler ve Türk devletini yönetenler sahip çıkmak zorundadırlar. Tarihten ve haritadan silinmek tehlikesi ile karşı karşıya bırakılan Türk ulusu ve Türk devleti şimdiye kadar sürdürdüğü mücadele ile ayakta kalmasını bilmiş ve bu direniş ile de cumhuriyetin IOO. Yılına gelmiştir. Tarih öncesi dönemlerde dünya tarihinde yer alan Proto -Türkler on bin yıllık geçmişleri ile dünyanın tam ortasında ve merkezi bölgelerinde var olmaya ve yaşamaya devam etmişler ve gelecekte de bu yaşam çizgisini sürdürmeye kararlı olduklarını açıkça sekiz milyarlık dünya nüfusuna göstermektedirler. Önümüzdeki dönemde Türkler hem Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin mirasçısı olarak dünyanın merkezindeki güç olarak dünya tarihinin biçimlenmesinde ya da siyasal çizgilerin geleceğe dönük olarak belirlenmesinde, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti geleceğin öncülüğünü sürdüreceklerdir. Türk devleti ve milleti adına gerçekleştirilecek bu siyasal misyonu dış güçlerin etkisi ile emperyalizm engellerse, o zaman Hemşeri dernekleri öncülüğünde gerçekleştirilecektir.
Geçen yüzyıldan bu yana tüm milletlerin var olma ve kendini koruma mekanizması olarak çalıştırılan ulus devletler gerçeği bugünün gerçekleri doğrultusunda yeniden önem kazanmaktadır. Küresel şirketleri bir araya getirerek var olan tarikat şirketlerini de kontrol altına alarak dünyayı kendi bahçeleri gibi yönetmeye kalkışan zenginler ve para babaları dünyanın nüfusunu azaltmak üzere savaşları ve salgın hastalıkları dünya ülkelerine bir salgın halinde yaygınlaştırırken aslında bütün insanlığa bir ölüm cezası verebilmenin arayışı içine girmiş görünmektedirler. Sosyalist sistemin yıkılmasıyla insanlar arasında eşitlik sağlama mücadelesinin sonuçsuz kalması yüzünden bütün insanlık ciddi bir işsizlik ve açlık tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Batı kapitalizminin kontrolü altındaki dünya zenginler ve fakirler arasında bir yeni uçuruma doğru sürüklenirken, zengin ülkeler daha zengin yoksul ülkeler de daha yoksul bir duruma sürüklenmektedirler. Türkiye gibi orta boy büyüklükteki ülkeler ise bu haksız ve adil olmayan uygulamaya karşı çıkarlarken yıkılmış olan sosyalist blokun dünya insanlığına armağan etmiş olduğu eşitlik ilkesine yeniden önem vererek, dünya düzeni yenilenirken özgürlük ile eşitliğin bir arada dengelenmesine öncelik vermek zorundadırlar. Eşitliğin olmadığı ve bu nedenle hak ve özgürlüklerin sınırlanarak dengelenmediği durumlarda özgürlüklerin nasıl istismar edildiği görülmektedir. Hak sahipleri özgürlüklerin sınırsız kullanıldığı durumlarda eşitlik dengesinin korunamadığı ve güçlülerin hak ve özgürlükleri normal insanlardan daha fazla kullandıkları aşamalarda ise, toplum içindeki maddi koşullarda yaşanan gelir dağılımı uçurumlarının ulusların ve toplumların birlik ve bütünlüklerini sarstığı açıkça görülmektedir. Sarsıntıların devam ettiği ve bir çözüme kavuşturulmadığı bunalım dönemlerinde ise giderek artan ekonomik uçurumların devletleri nasıl batırdığını ve halk kitlelerinin bu gibi durumlarda nasıl bir ulusal çöküş ve yok olma senaryolarına alet olduğunu gösteren olumsuz örnekler dünya tarihinde açıkça görülmektedir. Ülkeyi yönetmek üzere yola çıkmış olan partilerin ve bunları mesleki alandaki birikimleriyle izleyerek denetlemek zorunda olan meslek ve kamu kuruluşları, bu görevlerini yeterli bir biçimde yerine getirmek zorundadırlar.
Ülkeyi yöneten partiler ve onları izleyerek denetlemek görevinde olan meslek ve kamu kuruluşlarının anayasa ve yasaların onlara verdiği görevler doğrultusunda izleme denetleme ve yönlendirme görevlerini yerine getirerek misyonlarını tamamlamak zorundadırlar. İnsanlığın önümüzdeki dönemde çok büyük sorunlarla karşılaşmaması için devlet yapılarının anayasa ve yasalarda ortaya konulmuş olan temel kurallara uygun hareket edilmesi öncelikli bir görev olarak bütün devlet ve kamu kurumlarını beklemektedir. Meclislerin yetkileri ellerinden alınırsa yönetimler bu gibi durumlarda çözüm üretemez konuma gelirlerse işte bu gibi olumsuz durumlarda devletlerin diğer mekanizmalarının devreye girdiği gibi, devletin nüfusunu temsil eden ulus adına hareket eden milli merkezlerin de harekete geçerek, devlet organları arasında karşılıklı uyum ve örgütsel bütünlük içinde çalışmaları sağlanarak devletin ve kamu düzenlerinin dengeli bir biçimde yollarına devam etmeleri gerekmektedir. Eğer bu tür alternatif mekanizmalar ortaya çıkarılıp kullanılamıyorsa o zaman yasalarda var olan ve temel norm olarak kullanılan milli egemenlik ilkesinden alınan yetkilerle ve diğer yasalardaki kurallara tam anlamıyla uyum sağlanarak devlet mekanizmasının çalışması önem kazanmaktadır. Var olan devlet modellerinin özünde var olan milli egemenlik ilkesi partiler, hukuk mahkemeleri ve demokratik kuruluşlar aracılığı ile gerçekleştirilemez ise, o zaman milli egemenlik ilkesi demokratik bir süreç içinde yol göstermeye devam ederek halk kitlelerinin demokratik rejimin ana kaynağı olduğunu kamuoyuna yansıtmak durumundadır. Demokratik bir rejimin çıkış kaynağı olarak milli egemenlik ilkesi yol göstermeye devam edecektir. Halk kitlelerinin doğrudan demokratik rejime yön göstermesi ile başka parlamento ve siyasal iktidar organlarının gereken çizgide hareket etmeleri gerekmektedir. Halkın örgütlü bir biçimde rejime sahip çıkması noktasında, bütün dernekler ve tüzel kişilikli örgütlerin sahip oldukları genel yetkiyi Misakı Milli sınırları içinde çalışmalarını yürüten 81 adet Hemşeri dernekleri öncelikli olarak kullanacaklardır. Hemşeri derneklerinin üyeleri aynı zamanda Türk milletinin bir parçası da olarak ülke rejiminin güvenliği için de mücadele edecektir.