İsmail Hakkı PEKİN - E.Korgeneral
Köşe Yazarı
İsmail Hakkı PEKİN - E.Korgeneral
 

UNUTAMADIĞIM ÜÇ TOKAT

UNUTAMADIĞIM ÜÇ TOKAT Yıl 1956 beş yaşındayım. Türkiye’nin cennet köşelerinden biri olan kadim belde İznik’teyim. Surların içinde, İznik Gölü’nün kıyısında birbirini doksan derecelik açıyla kesen ve yaşamın etrafında şekillendiği Kılıçarslan ve Atatürk caddelerinin merkezinde çarşıdayım. Asırlık çınar ağaçlarının gölgesinde Lefke Kapı’dan itibaren Göl Kapı’ya kadar caddenin iki tarafında akan suyun çıkardığı ses beni başka dünyalara götürüyor. Bu güzellik sabah erkenden hatta gün doğmadan önce başlayan hazırlıklar tamamlanırken esnaf Keklik İsmail’in getirdiği mis gibi çayları yudumlamaya başlamıştı. Ben de bu çarşıda babamın yanına gider ona yardım ederdim. Sanırım bir yerde gördüm birileri turfanda salatalık satarlardı küçük bir tezgahta, tabi soyma aleti ve tuzla birlikte. Özenmiştim ben de salatalık satmak istiyordum. Babamın başının etini yedim. Sonunda babamı razı ettim ve bana böyle bir tezgah yaptırdı, salatalık ve diğer malzemeleri aldı. O gün benim ilk iş günümdü. Malzemeleri ve salatalıkları alıp çarşının yolunu tuttum. Tezgahı açtım, önlüğümü bağladım ve beklemeye başladım. Bu arada canım sıkıldıkça salatalık yiyordum. Heyecandan doğru dürüst kahvaltı bile etmemiştim. Yediğim salatalıklardan dolayı karnım ağrımaya başlamıştı. Tezgahı bıraktım ve eve doğru yola çıktım. Tam hırdavat dükkanının önünden geçerken babama rastladım. Ne oldu diye sordu. Karnımın ağrıdığını ve eve gittiğimi, tezgahı bıraktığımı söyledim. O anda suratımda bir şimşek çaktı ve mavi bir ışık oluştu. Beni öyle bırakıp gitmişti. Dükkan sahibi beni yerden kaldırıp eve gitmeme yardımcı oldu. Yaz tatillerinde boş dolaşmayalım ve bir meslek öğrenelim diye bizi esnafın yanına çırak olarak verirlerdi. Sanırım ilkokul ikinci sınıftaydım. O yıl beni mobilya imal eden Şükrü ustanın yanına vermişlerdi. Bir taraftan getir götür işleri yaparken diğer taraftan slistre ve cila yapmaya da başlamıştım. Bu arada hızar kullanmayı, planya yapmayı da öğreniyordum. Bir müşterimiz onarım ve cilalama için bir mobilyasını getirmişti. Neyse onarım bittiğinde müşteri eşyasını almaya geldi. Müşteri ne kadar ödeyeceğini sordu Şükrü ustaya. Ben de daha önce yapılan konuşmaları dinlemiştim ve bir anda …… Lira diye söyledim. Kimsenin konuşmasına fırsat vermeden ağzımdan çıkıvermişti. Hiç beklemediğim bir anda suratımda Şükrü ustanın tokadı patladı. Lise birinci sınıftaydım. Yaz tatili. Akşam arkadaşlarımla birlikte sinemaya gideceğiz. Yazlık sinema. Sanırım Lale sinemasında çok güzel bir film vardı. Yazlık sinemalar küçük beldelerde aynı zamanda sosyalleşmeye de hizmet ediyordu. Daha televizyon yayını başlamamış, radyo ve sinema bizim için en önemli sosyalleşme aracıydı. Hazırlandım tam dışarı çıkacağım benden üç yaş küçük erkek kardeşim tutturdu ben de geleceğim diye. Ben de götürmeyeceğimi söylememe rağmen gelmekte ısrar ediyordu. Bu arada kardeşime küfür ettim. Bir anda suratımda babamın tokadının patladığını gördüm. Babam diğer odada bizim münakaşamızı dinliyormuş ve küfrü duyunca sabredememiş. Sonra ne mi oldu? Kardeşimi paşa paşa sinemaya götürdüm. İşte hiç aklımdan çıkmayan ders dolu üç tokadın hikayesi…
Ekleme Tarihi: 04 Haziran 2024 - Salı

UNUTAMADIĞIM ÜÇ TOKAT

UNUTAMADIĞIM ÜÇ TOKAT

Yıl 1956 beş yaşındayım. Türkiye’nin cennet köşelerinden biri olan kadim belde İznik’teyim. Surların içinde, İznik Gölü’nün kıyısında birbirini doksan derecelik açıyla kesen ve yaşamın etrafında şekillendiği Kılıçarslan ve Atatürk caddelerinin merkezinde çarşıdayım.

Asırlık çınar ağaçlarının gölgesinde Lefke Kapı’dan itibaren Göl Kapı’ya kadar caddenin iki tarafında akan suyun çıkardığı ses beni başka dünyalara götürüyor. Bu güzellik sabah erkenden hatta gün doğmadan önce başlayan hazırlıklar tamamlanırken esnaf Keklik İsmail’in getirdiği mis gibi çayları yudumlamaya başlamıştı.

Ben de bu çarşıda babamın yanına gider ona yardım ederdim. Sanırım bir yerde gördüm birileri turfanda salatalık satarlardı küçük bir tezgahta, tabi soyma aleti ve tuzla birlikte. Özenmiştim ben de salatalık satmak istiyordum. Babamın başının etini yedim. Sonunda babamı razı ettim ve bana böyle bir tezgah yaptırdı, salatalık ve diğer malzemeleri aldı. O gün benim ilk iş günümdü. Malzemeleri ve salatalıkları alıp çarşının yolunu tuttum. Tezgahı açtım, önlüğümü bağladım ve beklemeye başladım. Bu arada canım sıkıldıkça salatalık yiyordum. Heyecandan doğru dürüst kahvaltı bile etmemiştim. Yediğim salatalıklardan dolayı karnım ağrımaya başlamıştı. Tezgahı bıraktım ve eve doğru yola çıktım. Tam hırdavat dükkanının önünden geçerken babama rastladım. Ne oldu diye sordu. Karnımın ağrıdığını ve eve gittiğimi, tezgahı bıraktığımı söyledim. O anda suratımda bir şimşek çaktı ve mavi bir ışık oluştu. Beni öyle bırakıp gitmişti. Dükkan sahibi beni yerden kaldırıp eve gitmeme yardımcı oldu.

Yaz tatillerinde boş dolaşmayalım ve bir meslek öğrenelim diye bizi esnafın yanına çırak olarak verirlerdi. Sanırım ilkokul ikinci sınıftaydım. O yıl beni mobilya imal eden Şükrü ustanın yanına vermişlerdi. Bir taraftan getir götür işleri yaparken diğer taraftan slistre ve cila yapmaya da başlamıştım. Bu arada hızar kullanmayı, planya yapmayı da öğreniyordum.

Bir müşterimiz onarım ve cilalama için bir mobilyasını getirmişti. Neyse onarım bittiğinde müşteri eşyasını almaya geldi. Müşteri ne kadar ödeyeceğini sordu Şükrü ustaya. Ben de daha önce yapılan konuşmaları dinlemiştim ve bir anda …… Lira diye söyledim. Kimsenin konuşmasına fırsat vermeden ağzımdan çıkıvermişti. Hiç beklemediğim bir anda suratımda Şükrü ustanın tokadı patladı.

Lise birinci sınıftaydım. Yaz tatili. Akşam arkadaşlarımla birlikte sinemaya gideceğiz. Yazlık sinema. Sanırım Lale sinemasında çok güzel bir film vardı. Yazlık sinemalar küçük beldelerde aynı zamanda sosyalleşmeye de hizmet ediyordu. Daha televizyon yayını başlamamış, radyo ve sinema bizim için en önemli sosyalleşme aracıydı. Hazırlandım tam dışarı çıkacağım benden üç yaş küçük erkek kardeşim tutturdu ben de geleceğim diye. Ben de götürmeyeceğimi söylememe rağmen gelmekte ısrar ediyordu. Bu arada kardeşime küfür ettim. Bir anda suratımda babamın tokadının patladığını gördüm. Babam diğer odada bizim münakaşamızı dinliyormuş ve küfrü duyunca sabredememiş.

Sonra ne mi oldu? Kardeşimi paşa paşa sinemaya götürdüm.

İşte hiç aklımdan çıkmayan ders dolu üç tokadın hikayesi…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.