Bugün Nazım Hikmet'in 61. ölüm yıldönümü... Önemli simaların ölüm yıldönümünde ille de yazayım diye bir yönelim içinde değilim ama Türkçe'nin büyük şairinin 61. ölüm yıldönümünde farklı bir not düşmek istedim. Daha doğrusu bu not E. Büyükelçi Halil Akıncı'nın düştüğü bir not.
Moskova'da da görev yapan Akıncı'nın anektotları büyük şairin gerek SSCB gerekse Bulgaristan gibi Sosyalist Blok devletlerindeki tutumu ve bu yüzden KGB tarafından da nasıl izlendiğini ortaya koyması açısından ilginçlikler içeriyor. Akıncı'nın yazdıklarına ara başlıkları bendeniz koydum.
”Babalarımızın gençliğinde serbestçe okuduğu, bizim gençliğimizde yasaklanan Nazım"
"Bugün babalarımızın gençliğinde serbestçe okunan bizim gençliğimizde ise şiirleri yasaklanan Nazım Hikmet'in ölüm yıldönümü. Onunla babamın ezbere okuduğu 'iniyor kayık çıkıyor kayık' mısraından sonra 'bak iyi dinle dalgaların sesini veriyor' yorumuyla tanıştım.
Daha sonra bu tanışıklık Turan Moralı’nın babasının sakladığı Nazım Hikmet şiirlerinin elle kopyalanıp okunması ile yavaş yavaş hayranlığa dönüştü.
“Fabrikalarda işçilere hitap etmesinin önlendiğini öğrendim”
Ama asıl tanışıklık Moskova’ya birinci gidişimde olgunlaştı. Orada Nazım Hikmet’in oğlu gibi sevdiği, yanından ayırmadığı Ekber Babayev, himaye ettiği Cengiz Aytmatov (babası Törekul Türkçülükten Stalin kurbanı olmuştur) rejisör Ejder İbrahimov’la tanıştım. Onlardan, onun Sovyetler'deki hayatı hakkında çok bilgi edindim. Türkiye’de yasaklanan Nazım Hikmet’in Moskova’da da KGB'nin gözdesi olduğunu, yazıldıktan iki sene sonra 1957'de sahneye konulabilen 'İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu?' oyununun da sadece bir defa oynandıktan sonra yasaklandığını; fabrikalarda işçilere hitap etmesinin önlendiğini öğrendim. Ekber’e Nazım'la teması kesmesi için KGB'nin yaptığı baskıları dinledim.
Nazım Hikmet’in bir Bulgaristan seyahatinde bir kollektif çiftlikte müdürün adının İvan, yardımcılarının adlarının Boris, Marina; işçilerin ise Hasan, Hüseyin, Ayşe, Fatma olduğunu duyunca bağıra çağıra 'sizler komünist değil faşistsiniz!' dediğini ve toplantıyı terk ettiğini işittim.
Azerbaycan’a gittiğimde Sovyet jargonuna karşı çıkıp Azerbaycanca diye bir dilin var olmadığını, Türkçe olduğunu açık açık savunduğunu duydum.
”Hem vasfı hem suçu şair olmak"
Bu konuda anlatılacak çok şey var. Sonunda Nazım Hikmet’in hem komünist, hem liberal, hem milliyetçi, hem enternasyonalist, hem Turancı, hem Sovyetçi olduğuna ikna oldum.
Yani hem vasfı hem de suçu sadece şair olmaktı.
2009 yılında Moskova’da mezarı başında yaptığım konuşmada da kendisinden özür diledim.
Bugün hep şiirinden bahsediyoruz,
Komünistliği, bütün kendisine atfedilen suçlar kayboldu gitti."