Avrupa’da kıta dışına ilk sermaye ihracı XIX. yüzyılın ilk çeyreğinde başlamıştı. Avrupa
sermayesi tahvil kâğıtları karşılığında Güney Amerika’ya aktı. Türkiye’ye sermaye ihraç edilen
ülkeler arasına 1854’te girdi. Babıali’nin Avrupa borsalarına ilk tahvil ihracını 1854’te başladı.
xıx. yy. da sermaye hareketi dünya üzerinde tek yönlüydü; kapital merkezlerden dışarıya
doğruydu. Osmanlı, Mısır, Çin Meksika, Tunus vb. ülkelerin tahvilleri Avrupa borsalarında işlem
görüyordu. Bu ülkelerin borsalarında işlem gören Avrupa tahvili yoktu. Yani emperyalizm 19.
Yüzyılın son çeyreğinde sermaye ihracını tek yönlü yaparak kurumsallaşmasını
gerçekleştirmişti. Osmanlı’da ilk demir yolu imtiyazı 1855’te İngiliz sermayesine verildi. 1856’da
İngiliz sermayesi ile Osmanlı bankası kuruldu. Sermaye ihracı, demiryolu ve kanal şirketlerinin
hisse senetleriyle ve bankacılık üzerinden yapılıyordu. Bankerler, Babıali’den borç karşılığı
senet alıyor, senetleri yüksek kârla Avrupa’da kırdırıyordu.Osmanlı
ilk borçlanmasını 1918’de I. Dünya Savaşı koşullarında gerçekleştirdi.
Batıdan Doğuya doğru gerçekleşen sermaye hareketleri günümüzde çok yönlü bir
karakter kazandı. Sermaye hareketlerinde yön değiştirmesi finans sermayesinin kamulaşmasını
sağlamıştı. Avrupa ülkeleri 18. Yüzyıl sonundan itibaren doğu ülkeleriyle tek taraflı işleyen
ticaret anlaşmaları imzalayarak emperyalizmin yolunu açtılar. Osmanlı 1838’de ilk olarak
İngiltere ile imzaladı ve Fransa ile yapılan anlaşma bunu takip etti. Bu anlaşmalar günümüzdeki
serbest ticaret anlaşmalarından farklı olarak tek taraflı menfaatlere dayalıydı ve
kapütülasyonları getirmişti.
Mali Sermayenin Üretim Üstündeki Egemenliği
Kapitalist Sanayi devrimiyle tarihin en büyük üretimini gerçekleştirmişti ve meta üretimi
rekabetçi kapitalizmi yaratmıştı. Meta üretimi; üretimde tekelleşme ve mali sermaye birikimine
yol açarken refah artışı bütün toplum tarafından paylaşılmasını değil, paranın toplumun giderek
daha da azalan bir kesimin elinde toplanmasını beraberinde getirdi. Mali sermayenin hızlı
birikimi, paradan rant elde edilebilecek alanları da aynı hızla genişletti. İşte bu aşamada
sömürge ülkeleri ve nüfuz bölgeleri sermaye ihracı açısından elverişli alanlar yarattı. 1. Dünya
Savaşı, Osmanlı Devleti dışında katılan tüm devletler için Emperyalizm paylaşım savaşıydı. II.
Dünya savaşın ise bu paylaşım savaşının ikinci aşamasıydı. Emperyalizm sermaye ihracının
önünü açmak için şiddete başvurdu ve hedefleri Türkiye, İran ve Çin’i sömürgeleştirmekti. 20.
Yüzyılın başlarında kapitalist ekonominin ağırlık merkezini üretimden mali sermayeye kaymıştı
ama meta üretimi hâlâ çok önemli bir ağırlığa sahipti. Avrupa sermayesi ABD’ye karşı rekabet
gücünü artırmayı esas alan “Avrupa’da birlik” tasarıları, sermaye dolaşımını da kısıtlamayı
öngören “koruma önlemleri” ile el ele yürümekteydi. Sovyetler Bitliğinin dağılmasıyla ABD’nin
dünyadaki tek süper güç hâline gelmesiyle ABD mali sermayesi sermaye dolaşımının önündeki
engel oluşturan bütün milli sınırları ortadan kaldırmaya çalışırken, “paradan daha çok para
kazandıracak” yeni mali araçlar meydana getirdi. Sermaye dolaşımı iletişim teknolojilerindeki
gelişmelerden en başta ve en etkin biçimde yararlanılan alanlardan biriydi. 21. Yüzyılı
“Amerikan yüzyılı” yapma hedefindeki Amerika; bir yandan haraç toplama alanlarını
genişletirken diğer yandan da güvenlik stratejisi” ile dünyanın neresinde olursa olsun Amerikan
çıkarlarına dokunacak her türlü gelişmeye müdahale hakkı olduğunu ilan ediyordu. Bütün
dünyayı kendi egemenliği altındaki bir küresel pazara dönüştürme hedefiyle ezilen milletlerin
millî devletlerini yıkma ve milletlerini dağıtma seferberliğine girişti. Yaşamakta olduğumuz bu
dönemde “ABD’nin gerileyiş” ve “Avrasya’nın Yükselişi”ne sahne oluyordu. Üretimin ağırlık
merkezi Atlantik’ten Avrasya’ya kaydı. Batı kapitalizmi 19. yüzyılda az gelişmi ülkelere uyguladığı
“borçlandırma ve bankacılık” sektörleri, Avrupa sermayesinin Osmanlı topraklarında ve diğer
mali yıkım yaşayan ülkelerde at koşturmasını sağlamıştı. Borçlandırılan ülkenin gümrüklerinin
ve ticaret politikalarının yönetilmesi ve mali denetim sağlanması ile Batı sermayesi yeni
pazarlar kazanmış ve Osmanlı vb. ülkeler yarı sömürge olmuştu. Aynı süreçler ne yazık ki -
Cumhuriyet Dönemi hariç – 1960’lardan itibaren ülkemizde yaşandı. Yabancı sermayenin ve
IMF’nin boyunduruğu altına girdiğimiz yılları unutmamak gerek. Avrupa sermayesinin
borçlandırma programını Roza Lüksemburg şöyle ifade ediyor:
“Uçsuz bucaksız topraklar, sınırsız işgücü ve sayısız emek ürünleri, devlete vergi olarak
intikal etmekte, sonuç olarak da Avrupa sermayesine dönüştürülmekte ve birikime konu
olmaktadır. Bugün Batı’nın sermaye birikiminin arkasında Doğu ülkelerinin zenginlikleri
yatmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu Kırım Savaşı’na kadar Batı’dan borç almak konusunda
direnmişti. Osmanlı’nın içine düştüğü ekonomik bunalım ve Kırım Savaşı’nın getirdiği ağır mali
yük, bu direncin kırılmasıyla sonuçlandı. 1800’lerin son çeyreğinde ise Batı’nın borçlandırma
yöntemi, ülkenin ipotek edilmesiyle sonuçlandı. Abdülhamid döneminde yayımlanan
MUHARREM KARARNAMESİ ve onun yarattığı Düyûn-ı Umumiye, İmparatorluğun mali
denetimini ve yürütmesini Batı’ya teslim etmiştir. 1876 yılında Osmanlı Dış borç ödemelerini
durdurdu. Böylece Osmanlı hükûmeti ile Fransa, İngiltere, Avusturya, Almanya ve diğer
alacaklıların temsilcileri arasında başladı. Bu görüşmeler sonunda 1881’de imzalanan
Muharrem Kararnamesi’ne göre Osmanlı Devleti imparatorluk içinde yabancı alacakların
temsilcisi olarak çalışacak ve devletin vergi giderlerinin bir bölümünü toplayarak yabancı
alacaklar adına Avrupa’ya aktaracak yeni bir örgütün kurulmasını kabul etti. Bu örgüt Düyûn-ı
Umumiye İdaresi’dir.