Naim Süleymanoğlu,
Evet, o bir Olimpiyat ve Dünya Şampiyonuydu.
Yolumuz bir yerde kesişmişti, Naim Süleymanoğlu'yla.
1996 yılının Mayıs ayıydı.
Akşam arkadaşımla “Piem'de” buluşmak için randevulaşmıştık. Ankara Cinnah Caddesinde, 90’lı yılların hatırı sayılır mekânlarından biriydi.
İşletmecileri olan, Celal’in (Rocky), Sedat’ın (Kuliç) lakaplarıydı. İyi arkadaşlarımızdı.
Mekâna erken gelmiş, arkadaşımı bekliyor, Sedat ve Celal ile laflıyordum.
Arkadaşım aradı. Annesinin ani bir rahatsızlığının nüksettiğini ve gelemeyeceğini söyledi.
“Sakin ol, önemli değil kardeşim, başka birgün telafi ederiz nasılsa.
Gelmemi ister misin, yapabileceğim bir şey var mı?
Yok, kusura bakma seni yalnız bıraktım.
Ne önemi var kardeşim, şu an önemli olan annenin sağlığı. “
- Günlerin arkası tükenmedi ya?
- Hala konuşuyordu arkadaşım…
- Bir ihtiyaç olursa aramayı unutma.
- Olur, tabi ararım merak etme sen, dedi.
- Ardından telefonu kapattı.
Sedat, arkadaşım gelemiyor. Annesi rahatsızlanmış, bana tek kişilik bir yer ayarla kardeşim! Tek başıma fazla oturmaz giderim. Merak etme sen çayını içmene bak abi, dedi. Bir süre sonra dükkân dolmaya başlamıştı.
Sedat: yerin hazır abi, istersen geçebilirsin.
Çayım elimde olduğu halde yerime geçtim. Garsona yiyecek, içecek bir şeyler sipariş ettim. Garson abi iyi ki, yer ayırmışsın. Geç gelsen yer bulamazdın?
Hafta içi böylesi kalabalık oluyor mu?
Bırakın bu kalabalığı, her gece en az iki kez dolar boşalır, dedi. Hayret ettiğimi görünce, vallahi öyle abi, inanki!
Gecenin ilk saatleri sonrası” Piem” hınca hınç dolmuş, oturacak yer kalmamıştı. Ben köşemde ufak ufak içkimi yudumluyordum. Bir an kafamı kaldırdığımda Naim Süleymanoğlu’nun yanımdan geçtiğini gördüm. Şaşırmıştım. Allah Allah doğrumu gördüm acaba, diye biran tereddütte kalmıştım.
Telefonumu didiklerken Sedat heyecanla yanıma yanaştı.
Abi kusura bakmazsan bir ricam olacak? Sedat ne kusuru kardeşim buyur? Naim Süleymanoğlu geldi hiç boş yerim yok, yer ayarlayana kadar senin yanında oturabilir mi?
Ne diyorsun Sedat elbette oturabilir. O bir şampiyon, gerekirse masayı da tahsis edebilirsin kardeşim. Yok, abi o çok mütevazi bir insandır, öyle derdi yoktur dediğinde: buyursun kardeşim, dedim.
Sedat bizi tanıştırdı. Naim Süleymanoğlu'na, Hamdi abi; çok değerli bir abimizdir, hiç sıkıntı duyma şampiyon rahat ol, deyip yanımızdan ayrıldı.
- Size bir kadeh içki ikram edebilir miyim?
- Ayıp olmasın size rahatsızlık vermeyeyim.
- Ne rahatsızlığı?
- Sizinle kadeh kaldırmak benim için şereftir şampiyon.
Bardağa akan rakının çıkardığı melodi sessizliği yenmiş, muhabbet başlamıştı.
İnci gelemeyeceğini söylediğinde ben de erken kalkarım diye düşünmüştüm.
Lakin yanılmışım. Şampiyonla başladığımız sohbet o gecenin sabahına yakın sürmüştü. Laf lafı açmış, söz sözü desteklemiş, Naim Süleymanoğlu ile uzun uzadıya muhabbet etmiştik. Karşımda sanki bir Olimpiyat ve Dünya şampiyonu değil de, feleğin bin bir sillesini yemiş bir insan vardı.
Vay be dedim kendi kendime.
Hiçbir şey gazetelerde ve televizyonlarda gördüğümüz gibi değilmiş?
Her insan ayrı bir dünya, her insanın için de ne volkanlar kaynıyor kimse bilemez.
Yani hiçbir şeyin göründüğü olmadığını bir kez daha anlamış oldum. Koca bir şampiyonun bir çocuk yüreğine sahip olduğunu gördüm.
Zaman hayli ilerlemiş, kalkma vakti gelmişti.
Şampiyon dedi ki;
Abi sen bana masanı açtın, hesabı da ödedin. Beni de bunca saate kadar dinledin sana borçlu kalmak istemem? Müsaade ederseniz size çorba ısmarlamak istiyorum, beni kırmayın?
Sizi kırmak olur mu şampiyon? Dedim kalktık.
Beykoz'a mı? Evet, dedi.
Sanırım, Beykoz’a telefon etmişti. Masa'nın hali kendini ele veriyordu.
Sabah'ın ilk ışıklarıydı.
Yeni bir gün başlamak üzereydi. Günün ışıkları çevreyi aydınlatmıştı bile.
Kalktık.
İyi sabahlar şampiyon, dedim sarıldık.
Hesaplı olmayan, spontane gelişen, aklıma dahi gelmeyecek olan bir insanla birlikte harika bir an yaşamıştım. İnsan sermayeme cüssesi ufak, yüreği koca bir dağ olan, bir şampiyonu eklemenin mutluluğunu hala yaşıyorum.
Nur içinde yat, çocuk yürekli koca şampiyon.