Hamdi Özdemir
Köşe Yazarı
Hamdi Özdemir
 

Ders: Matematik

Memleket meseleleri peşinden koşmaktan (afiş, boykot, yazı, miting ) dolayı, ders çalışmaktan imtina ediyorduk. Ders falan umurumuzda bile değildi! Ülkeyi emperyalizm bataklığından kurtarmaya taliptik. Öyle inanıyorduk. On altı, on yedi yaşlarında idealist, genç adaylarıydık. Sınıf geçmek için ya kopya çeker, ya da Eylül sınavlarına kalırdık. Aksi takdirde telafisi yoktu. Üstelik “ matematik dersiyle aram asla iyi değildi. Ortaokul ve Lise birinci sınıf dâhil olmak üzere, sınıfları hep ite kaka geçtim. Allahtan Lise ikinci sınıfta Edebiyat kolunu seçtim de Matematik dersinden kurtuldum”. Sağ olsunlar çalışkan kız arkadaşlarımız bize yardım etmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bu serkeşliğimiz yüzünden onların başlarına iş açma korkusu da yaşamıyor değildik. Okulu bitirebildiysek; kız arkadaşlarımızın ve öğretmenlerimizin üzerimizdeki emeklerini asla unutamam. Ders: Matematik Konu: Yazılı Sınavı Öğretmen: Hüseyin Yardımcı Hemen dağıldık çalışkan kızların yanına. Recep Sibel’in, ben Hülya’nın yanına, Mustafa ve Timur hemen arkamızdalar. Sınav başlamış, daha tek soruyu bile cevaplamamıştım. Hüseyin Yardımcı’nın; "Hamdi, Recep, Mustafa, Timur kalkın oradan" eski yerlerinize, diye sertçe seslendiğinde, eyvah dedim içimden. Şimdi zokayı yuttuğumuzun resmi. En ön sıraya geçin bakalım. Öndekileri de kaldırıp bizim kalktığımız sıralara oturmaları talimatını vermişti. Geçtik tabi. Yapacak bir şey yok. Emir emirdir. Yılların tecrübesi öğretmenim Hüseyin Yardımcı, kurguyu şak, diye anlamış sanırım. Bütün planımız alt üst olmuş, isyan ateşi hepimiz için doruklardaydı. Recep ile Aytimur çalışkan arkadaşlarımızdı. Nasılsa geçerlerdi de, defterle kitapla işi olmayan benim gibiler ne hal edecektik? Durum sıkıntılıydı. Öğretmenimizin suçüstü yapabileceğini tahmin edemeyen arkadaşlar, bana ve diğer arkadaşlara yardımcı olmak için senaryo ya dâhil olmuşlardı. Yani yataklıktan suçlanacaklardı! Sert bir ses, Oğlum bırak sağa-sola bakmayı? Önüne bak önüne. Birde okkalı azar işittim hocadan. O da cabası. Ne halt edeceğim şimdi, diye sağa sola bakarken. Boş boş oturuyorum. Yazılı kâğıdı bana bakıyor, ben yazılı kâğıdına bakıyorum. Olacak gibi değil. Bomboş oturmanın bir getirisi yok. Ani bir hareketle yerimden kalktım, elimdeki yazılı kâğıdını masasının yanında durmakta olan Hüseyin hocanın önüne bırakıp çıktım dışarı. Ardımdan nereye oğlum? Diye seslendi, aldırmadım bile. Ardımdan Recep, Aytimur ve Mustafa da çıktılar. Oğlum neden erken çıktın biraz bekleseydin, diye sorular soruyorlar. Neyi bekleyeyim. Hoca planı deşifre etti. Kesin boş boş konuşmayı? Sıfır almak bir yana, belki disipline gideceğim, belki sınıfta kalacağım? Neyse. Bir hal çaresine bakarız elbet. Takmayın kafanıza? Biz öfkeli ve mağlup bir halde koridorda beklerken, birkaç arkadaş daha yanımıza geldiler. Okulda boykot var. O konuda laflıyoruz aramızda. Aydınlıkçılar gurubuyla anlaşamıyor, ara ara takışıyoruz bu aralar. Başka siyasi guruplardan arkadaşlarda bulunduğumuz koridora geldiler, aralarında hararetle konuşuyorlar. Arada birbirimize düşmana bakar gibi bakıp, trip atıyoruz. Sol gurupların arasının hiç iyi olmadığı dönemler. Canım çok sıkkın. Lakin benim meselem başka. Ben kavgacı biri değilim, arkadaşlar adına endişeliyim. Birisi hey dese, anında ortalık karışacak. Biz bu teranelerle uğraşıp dururken, teneffüs zili çaldı, Hüseyin hoca sınıftan çıktı. Bende ardında takipteyim. Yazılı da neden erken çıktığımı izah edeceğim. Henüz öğretmenler odasının önüne gelmemiştik. "Sen adisin" diye, kimden geldiği, kime söylendiği bilinmeyen yüksek tonlu bir ses duyuldu. Öğretmenim öğretmenler odasının kapısında, ben iki metre yanında, olduğumuz yerde sap gibi kalakaldık. Bir sessizlik oldu, kimse nefes alamıyordu adeta. Hüseyin hoca öğretmenler odasının kapısından girecekken, gelen sese döndüğünde, göz göze geldik. Muhtemelen sınıfta yaşanan tatsızlıktan dolayı, “ bu ayıp” kelimeyi benim söylediğimi düşünmüş olacak ki; “Gel buraya? “ Çekinerek yanına gittim. Ardımdan Barbaros, Aytimur, Recep, Aziz ve birkaç arkadaş da geldiler. Senden böyle bir şey beklemezdim, ama yine de soracağım. Sen kime dedin o lafı? Ben söylemedim hocam! Çok üzülmüş ve sinirlenmişti. Yüz ifadesinden anlıyordum. Bir yandan bağırıyor, bir yandan bizi disipline vereceğinden bahsediyordu. “Halbu ki bizi/beni kopya çekerken yakalamamıştı. Çekebileceğimizi düşünmüştü sanırım. Kopya eylemini düşünmüş müydük? Evet. Ama yapamamış ve plan bozulmuştu. Ortada suçluda, suçta yoktu. Protesto eder gibi sınıfı terk etmiştik o kadar.” Lafa girmeye çalışıyordum, ama Hüseyin Yardımcıyı sakinleştirmek olanaksızdı. Ne söylesem/söylesek dinlemiyordu bile. O lafı söyleyebileceğimi düşünmesi beni çok utandırmıştı. Yer yarılsa yerin altına girebilirdim ama nafile. Yerin yarılacağı yoktu. Söylemediğim bir lafı söylediğimi düşünmesi bile benim için çok ağırdı. O arada koridordan tanıdığım bir ses duyuldu. "Hamdi yapmaz" öğretmenim! Ortalık bir an sessizleşti. Hüseyin hoca gelen sese yöneldi, ben de ardından. Uğur Bektaş üst koridorun başındaydı. Uğur’da Hüseyin hocanın çok sevdiği öğrencilerden biriydi ve üstelik aynı siyasi görüşe sahiptiler. Hüseyin hoca Uğur’a, nerden biliyorsun Hamdi’nin söylemediğini? O söylemediyse peki kim söyledi o zaman? Uğur, kimin söylediğini bilmiyorum, ama Hamdi asla öyle bir şey yapmaz hocam, dedi ısrarla. Uğur, dürüst, olgun güven verici bir arkadaşımızdı. Bu meziyetlerinden olacak ki; hocada Uğur’u çok severdi. Boynunu bir o yana, bir bu yana çevirdi. Biraz düşündü. Sonra dedi ki; "Siz ayrı siyasi guruplardan değil misiniz? Ne diye koruyorsun Hamdi’yi"? Arkadaşımı korumuyorum hocam doğru olanı söylüyorum. Uğur’dan o zamana kadar farkında olmadığım, ama sonraları o dönemki arkadaşlık, dostluk ilişkilerimizin temelini oluşturduğunun farkına vardığım, önemli bir cümle daha geldi. Ayrı guruplardan olsakta, “birbirimizi iyi biliriz” hocam! Ders başlamak üzereydi. Bu diyaloğun ardından Uğur basamakları bir bir atlayarak yürüyüp sınıfa gitti. Yanımda olan, Barbaros, Aytimur, Recep, Aziz de ısrarla, Hamdi yapmadı hocam deyince, Hüseyin Yardımcı bu konuşmalar sebebiyle sanırım biraz ikna oldu. Tamam, gidebilirsiniz, dedi. Öğretmenler odasına girerken geri döndü, seninle konuşmamız bitmedi bilesin? Son ayarı da verdi tabi. Ayarın azarın bir önemi yoktu benim için. Akrabalığımız vardı üstelik. Bırakın öğretmenime, arkadaşlarıma bile böylesi bir kelimeyi asla kullanmadım. Beni üzen buydu. Teneffüsün bittiğini zilin çalmasıyla fark ettim. Herkes sınıflara, diye bağırıyordu tarih öğretmenimiz Cemal Özbay. Sınıflarımız yan yanaydı Uğur ile. Sınıfın kapısında beni bekliyordu sanırım? Uğur diye seslendim. Bana döndü “çok teşekkür ederim” dedim. Gülen gözleriyle, hınzırca bir gülümsemeyle. Bir şey değil oğlum. Ben olsam sen yapmaz mısın? Aslında laf sokacağını gülmesinden anladım. Hadi ne söyleyeceksen söyle de rahatla? Dedim. Oğlum yine de “Maocu’sunuz” dedi, güldüm. Oda güldü. Ders başlamak üzereydi. Uğur sınıfa girdi, öğretmen ardından kapıyı kapattı. Ben olduğum yerde kalakaldım. O an bir gülme krizi tuttu. Öğretmeni sınıfın kapısını kapamasaydı, koşup boynuna sarılacaktım, ama yapmadım. Sınıfın kapısı kapanmıştı. Arkadaşım beni büyük bir dertten kurtarmıştı. Hüseyin hocanın Uğur’un söylediklerine ikna olmasıyla, derin bir çukurdan çıkmanın mutluluğuyla sınıfa girdim. Birçoğumuz farkında olmasak ta Uğur doğru söylemişti. Biz birbirimizi tanır ve bilirdik. İdeolojik kavga eder, kafa göz kırmaya kadar varsa da, güvenle yaslardık sırtımızı birbirimize. Her ne kadar birbirimizden farklı düşünsek de, aynı kaderi paylaşan ailelerin çocuklarıydık ve kaderimizin ortak olduğunu iyi bilirdik. Şimdilerde insanın insana güven yerlerde. Bizler 16-17 yaşlarda bu duyguyu alabildiğine yaşıyorduk. Günümüzde, neredeyse ben insana güveniyorum diyeni dövecekler. "Babana bile güvenme" deyiminde olduğu gibi, sırtını dayayacak birinin olmaması yalnızlığını yaşıyor insanlar. Ve günümüz insanının yüzüne baktığınızda bana “güvenme” diye bas bas bağırıyor adeta. "İnsan" denilen varlık, ne yazık ki güvenilemez noktaya gelmiştir artık. İşin gerçeğiyse, sırtımızı bir birimize yaslamaktan başka da seçeneğimiz yok aslında. Bizler, çocuk yaşlarda 50.Yıl Lisesi'nin insan kokan koridorlarında ve Seyranbağları’nın sokaklarında bu duyguyu doyasıya yaşadık. Çünkü gücümüz ruhumuzda saklıydı. Ve biz bunu biliyorduk, asla da unutmuyoruz. Sırtınızı birbirinize dayamadığınız, insanlarla kol kola girmediğiniz sürece, kurtuluşa birlikte yürüyemezsiniz? Uğur Bektaş; Sevgili Uğur bana çok önemli bir hayat ders vermişti. Verdiği bu dersi yaşamım boyu hep anımsadım ve kendime rehber edindim. Öğretmenim Hüseyin Yardımcı, yaşanan tatsız olayın bir üst koridorda, iki farklı öğrenci arasında yaşandığını bir disiplin sürecinde tesadüfen öğrenmiş ve kafasında bana dair bir sorun kalmamıştı. O konuyu bir daha asla açmadı ve konuşmadı. 4.30 olan ortalama notumu, sözlü sınav sonrası 4.75 yapıp, öğretmenler kuruluna getirmiş ve bir üst sınıfa geçmemi sağlamıştı. Arkadaşım Uğur Bektaş’ı, öğretmenim Hüseyin Yardımcı’yı hep sevgiyle anacağım!    
Ekleme Tarihi: 25 Aralık 2023 - Pazartesi

Ders: Matematik

Memleket meseleleri peşinden koşmaktan (afiş, boykot, yazı, miting ) dolayı, ders çalışmaktan imtina ediyorduk. Ders falan umurumuzda bile değildi!

Ülkeyi emperyalizm bataklığından kurtarmaya taliptik. Öyle inanıyorduk. On altı, on yedi yaşlarında idealist, genç adaylarıydık.

Sınıf geçmek için ya kopya çeker, ya da Eylül sınavlarına kalırdık. Aksi takdirde telafisi yoktu.

Üstelik “ matematik dersiyle aram asla iyi değildi. Ortaokul ve Lise birinci sınıf dâhil olmak üzere, sınıfları hep ite kaka geçtim. Allahtan Lise ikinci sınıfta Edebiyat kolunu seçtim de Matematik dersinden kurtuldum”.

Sağ olsunlar çalışkan kız arkadaşlarımız bize yardım etmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bu serkeşliğimiz yüzünden onların başlarına iş açma korkusu da yaşamıyor değildik.

Okulu bitirebildiysek; kız arkadaşlarımızın ve öğretmenlerimizin üzerimizdeki emeklerini asla unutamam.

Ders: Matematik

Konu: Yazılı Sınavı

Öğretmen: Hüseyin Yardımcı

Hemen dağıldık çalışkan kızların yanına. Recep Sibel’in, ben Hülya’nın yanına, Mustafa ve Timur hemen arkamızdalar.

Sınav başlamış, daha tek soruyu bile cevaplamamıştım.

Hüseyin Yardımcı’nın;

"Hamdi, Recep, Mustafa, Timur kalkın oradan" eski yerlerinize, diye sertçe seslendiğinde, eyvah dedim içimden. Şimdi zokayı yuttuğumuzun resmi.

En ön sıraya geçin bakalım.

Öndekileri de kaldırıp bizim kalktığımız sıralara oturmaları talimatını vermişti.

Geçtik tabi.

Yapacak bir şey yok. Emir emirdir.

Yılların tecrübesi öğretmenim Hüseyin Yardımcı, kurguyu şak, diye anlamış sanırım.

Bütün planımız alt üst olmuş, isyan ateşi hepimiz için doruklardaydı.

Recep ile Aytimur çalışkan arkadaşlarımızdı. Nasılsa geçerlerdi de, defterle kitapla işi olmayan benim gibiler ne hal edecektik? Durum sıkıntılıydı.

Öğretmenimizin suçüstü yapabileceğini tahmin edemeyen arkadaşlar, bana ve diğer arkadaşlara yardımcı olmak için senaryo ya dâhil olmuşlardı.

Yani yataklıktan suçlanacaklardı!

Sert bir ses,

Oğlum bırak sağa-sola bakmayı? Önüne bak önüne.

Birde okkalı azar işittim hocadan. O da cabası.

Ne halt edeceğim şimdi, diye sağa sola bakarken.

Boş boş oturuyorum. Yazılı kâğıdı bana bakıyor, ben yazılı kâğıdına bakıyorum. Olacak gibi değil. Bomboş oturmanın bir getirisi yok. Ani bir hareketle yerimden kalktım, elimdeki yazılı kâğıdını masasının yanında durmakta olan Hüseyin hocanın önüne bırakıp çıktım dışarı.

Ardımdan nereye oğlum? Diye seslendi, aldırmadım bile.

Ardımdan Recep, Aytimur ve Mustafa da çıktılar.

Oğlum neden erken çıktın biraz bekleseydin, diye sorular soruyorlar.

Neyi bekleyeyim. Hoca planı deşifre etti. Kesin boş boş konuşmayı?

Sıfır almak bir yana, belki disipline gideceğim, belki sınıfta kalacağım?

Neyse. Bir hal çaresine bakarız elbet. Takmayın kafanıza?

Biz öfkeli ve mağlup bir halde koridorda beklerken, birkaç arkadaş daha yanımıza geldiler.

Okulda boykot var. O konuda laflıyoruz aramızda. Aydınlıkçılar gurubuyla anlaşamıyor, ara ara takışıyoruz bu aralar.

Başka siyasi guruplardan arkadaşlarda bulunduğumuz koridora geldiler, aralarında hararetle konuşuyorlar.

Arada birbirimize düşmana bakar gibi bakıp, trip atıyoruz.

Sol gurupların arasının hiç iyi olmadığı dönemler.

Canım çok sıkkın. Lakin benim meselem başka. Ben kavgacı biri değilim, arkadaşlar adına endişeliyim.

Birisi hey dese, anında ortalık karışacak.

Biz bu teranelerle uğraşıp dururken, teneffüs zili çaldı, Hüseyin hoca sınıftan çıktı. Bende ardında takipteyim. Yazılı da neden erken çıktığımı izah edeceğim.

Henüz öğretmenler odasının önüne gelmemiştik. "Sen adisin" diye, kimden geldiği, kime söylendiği bilinmeyen yüksek tonlu bir ses duyuldu.

Öğretmenim öğretmenler odasının kapısında, ben iki metre yanında, olduğumuz yerde sap gibi kalakaldık.

Bir sessizlik oldu, kimse nefes alamıyordu adeta.

Hüseyin hoca öğretmenler odasının kapısından girecekken, gelen sese döndüğünde, göz göze geldik. Muhtemelen sınıfta yaşanan tatsızlıktan dolayı, “ bu ayıp” kelimeyi benim söylediğimi düşünmüş olacak ki;

“Gel buraya? “

Çekinerek yanına gittim.

Ardımdan Barbaros, Aytimur, Recep, Aziz ve birkaç arkadaş da geldiler.

Senden böyle bir şey beklemezdim, ama yine de soracağım.

Sen kime dedin o lafı?

Ben söylemedim hocam!

Çok üzülmüş ve sinirlenmişti. Yüz ifadesinden anlıyordum.

Bir yandan bağırıyor, bir yandan bizi disipline vereceğinden bahsediyordu.

“Halbu ki bizi/beni kopya çekerken yakalamamıştı. Çekebileceğimizi düşünmüştü sanırım. Kopya eylemini düşünmüş müydük? Evet. Ama yapamamış ve plan bozulmuştu. Ortada suçluda, suçta yoktu. Protesto eder gibi sınıfı terk etmiştik o kadar.”

Lafa girmeye çalışıyordum, ama Hüseyin Yardımcıyı sakinleştirmek olanaksızdı. Ne söylesem/söylesek dinlemiyordu bile.

O lafı söyleyebileceğimi düşünmesi beni çok utandırmıştı. Yer yarılsa yerin altına girebilirdim ama nafile. Yerin yarılacağı yoktu. Söylemediğim bir lafı söylediğimi düşünmesi bile benim için çok ağırdı.

O arada koridordan tanıdığım bir ses duyuldu.

"Hamdi yapmaz" öğretmenim!

Ortalık bir an sessizleşti. Hüseyin hoca gelen sese yöneldi, ben de ardından. Uğur Bektaş üst koridorun başındaydı.

Uğur’da Hüseyin hocanın çok sevdiği öğrencilerden biriydi ve üstelik aynı siyasi görüşe sahiptiler.

Hüseyin hoca Uğur’a, nerden biliyorsun Hamdi’nin söylemediğini?

O söylemediyse peki kim söyledi o zaman?

Uğur, kimin söylediğini bilmiyorum, ama Hamdi asla öyle bir şey yapmaz hocam, dedi ısrarla.

Uğur, dürüst, olgun güven verici bir arkadaşımızdı. Bu meziyetlerinden olacak ki; hocada Uğur’u çok severdi.

Boynunu bir o yana, bir bu yana çevirdi. Biraz düşündü.

Sonra dedi ki;

"Siz ayrı siyasi guruplardan değil misiniz?

Ne diye koruyorsun Hamdi’yi"?

Arkadaşımı korumuyorum hocam doğru olanı söylüyorum.

Uğur’dan o zamana kadar farkında olmadığım, ama sonraları o dönemki arkadaşlık, dostluk ilişkilerimizin temelini oluşturduğunun farkına vardığım, önemli bir cümle daha geldi.

Ayrı guruplardan olsakta, “birbirimizi iyi biliriz” hocam!

Ders başlamak üzereydi.

Bu diyaloğun ardından Uğur basamakları bir bir atlayarak yürüyüp sınıfa gitti.

Yanımda olan, Barbaros, Aytimur, Recep, Aziz de ısrarla, Hamdi yapmadı hocam deyince, Hüseyin Yardımcı bu konuşmalar sebebiyle sanırım biraz ikna oldu.

Tamam, gidebilirsiniz, dedi.

Öğretmenler odasına girerken geri döndü, seninle konuşmamız bitmedi bilesin? Son ayarı da verdi tabi. Ayarın azarın bir önemi yoktu benim için. Akrabalığımız vardı üstelik. Bırakın öğretmenime, arkadaşlarıma bile böylesi bir kelimeyi asla kullanmadım. Beni üzen buydu.

Teneffüsün bittiğini zilin çalmasıyla fark ettim. Herkes sınıflara, diye bağırıyordu tarih öğretmenimiz Cemal Özbay.

Sınıflarımız yan yanaydı Uğur ile. Sınıfın kapısında beni bekliyordu sanırım?

Uğur diye seslendim.

Bana döndü “çok teşekkür ederim” dedim. Gülen gözleriyle, hınzırca bir gülümsemeyle.

Bir şey değil oğlum. Ben olsam sen yapmaz mısın? Aslında laf sokacağını gülmesinden anladım. Hadi ne söyleyeceksen söyle de rahatla? Dedim.

Oğlum yine de “Maocu’sunuz” dedi, güldüm. Oda güldü.

Ders başlamak üzereydi.

Uğur sınıfa girdi, öğretmen ardından kapıyı kapattı.

Ben olduğum yerde kalakaldım. O an bir gülme krizi tuttu. Öğretmeni sınıfın kapısını kapamasaydı, koşup boynuna sarılacaktım, ama yapmadım. Sınıfın kapısı kapanmıştı.

Arkadaşım beni büyük bir dertten kurtarmıştı. Hüseyin hocanın Uğur’un söylediklerine ikna olmasıyla, derin bir çukurdan çıkmanın mutluluğuyla sınıfa girdim.

Birçoğumuz farkında olmasak ta Uğur doğru söylemişti. Biz birbirimizi tanır ve bilirdik.

İdeolojik kavga eder, kafa göz kırmaya kadar varsa da, güvenle yaslardık sırtımızı birbirimize.

Her ne kadar birbirimizden farklı düşünsek de, aynı kaderi paylaşan ailelerin çocuklarıydık ve kaderimizin ortak olduğunu iyi bilirdik.

Şimdilerde insanın insana güven yerlerde.

Bizler 16-17 yaşlarda bu duyguyu alabildiğine yaşıyorduk.

Günümüzde, neredeyse ben insana güveniyorum diyeni dövecekler.

"Babana bile güvenme" deyiminde olduğu gibi, sırtını dayayacak birinin olmaması yalnızlığını yaşıyor insanlar.

Ve günümüz insanının yüzüne baktığınızda bana “güvenme” diye bas bas bağırıyor adeta.

"İnsan" denilen varlık, ne yazık ki güvenilemez noktaya gelmiştir artık.

İşin gerçeğiyse, sırtımızı bir birimize yaslamaktan başka da seçeneğimiz yok aslında.

Bizler, çocuk yaşlarda 50.Yıl Lisesi'nin insan kokan koridorlarında ve Seyranbağları’nın sokaklarında bu duyguyu doyasıya yaşadık.

Çünkü gücümüz ruhumuzda saklıydı.

Ve biz bunu biliyorduk, asla da unutmuyoruz.

Sırtınızı birbirinize dayamadığınız, insanlarla kol kola girmediğiniz sürece, kurtuluşa birlikte yürüyemezsiniz?

Uğur Bektaş;

Sevgili Uğur bana çok önemli bir hayat ders vermişti. Verdiği bu dersi yaşamım boyu hep anımsadım ve kendime rehber edindim.

Öğretmenim Hüseyin Yardımcı, yaşanan tatsız olayın bir üst koridorda, iki farklı öğrenci arasında yaşandığını bir disiplin sürecinde tesadüfen öğrenmiş ve kafasında bana dair bir sorun kalmamıştı.

O konuyu bir daha asla açmadı ve konuşmadı.

4.30 olan ortalama notumu, sözlü sınav sonrası 4.75 yapıp, öğretmenler kuruluna getirmiş ve bir üst sınıfa geçmemi sağlamıştı.

Arkadaşım Uğur Bektaş’ı, öğretmenim Hüseyin Yardımcı’yı hep sevgiyle anacağım!

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (2)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Erman Fen10men
(26.12.2023 22:01 - #529)
Hamdi abi yine güzel bir yazı dizisi. Ellerine sağlık.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
a.serhat yamaç
(22.02.2024 14:02 - #797)
bütün yazarlarınızın yazılarını okumaya çalışıyoruz.... özellikle hamdi hoca nın yazıları benim hayatımdan bazıanıları canlandırıyor..sağolun
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.