Atatürk 29 Ekim'e birkaç gün kala yaşanan gelişmelerin heyecanını kendi kaleminden Söylev (Nutuk)''de yazmıştı.
TBMM Hükûmeti''nin Bakanlar Kurulu Başkanı Fethi (Okyar) Bey''di. Bu göreve Rauf (Orbay) Bey''in istifa etmesiyle getirilmişti. Ekim ayına varıldığında Meclis''in bütün gücüyle hükûmete yüklendiği görülür. Meclis''in bu tutumunu Atatürk Söylev (Nutuk)''de şöyle anlatır:
"Baylar, çok geçmeden Meclis''te Fethi Bey''in Bakanlar Kurulu''na ve özellikle Fethi Bey''in kendisine karşı iğnelemeler ve eleştiriler başladı. Anlaşıldığına göre kimi milletvekillerinde bakan olmak istek ve dileği artmıştı. İş başındaki bakanları beğenmiyorlardı. (Fethi Bey, dikkatini ve gücünü Bakanlar Kurulu Başkanlığı görevinde toplayabilmek için İçişleri Bakanlığı''ndan çekildi. Yine o gün, Meclis İkinci Başkanlığı da Ali Fuat Paşa''nın çekilmesiyle boşaldı. (24 Ekim 1923) Bizimle görüşte ve çalışmada uzlaşıp birleşmeyi gerekli görmeksizin bağımsız ve gizli olarak çalışan küçük bir grup belirdi. Bu grup temiz yürekli ve haksever gibi görünerek, bütün parti üyelerine kendi görüşlerini benimsetmede başarılı olmaya başladı. Örneğin, bir parti toplantısında, İçişleri Bakanlığı''na Erzincan Milletvekili Sabit Bey''in ve Meclis İkinci Başkanlığı''na da İstanbul''da bulunan Rauf Bey''in, Meclis''çe seçilmesini sağladı (25 Ekim 1923). Oysa ben, Sabit Bey''in İçişleri Bakanı olmasını uygun görmemiştim. Sabit Bey''in kimi illerde vali olarak çalıştırılmış bulunmasını, yeni Türkiye''nin içişlerini yeni koşullarla yönetebileceğine yeterli kanıt sayamıyordum. Rauf Bey''in de, Meclis İkinci Başkanlığı''na seçilmesini doğru bulmuyordum. Çünkü Rauf Bey, daha dün Bakanlar Kurulu Başkanı idi. Ne gibi duyguların etkisi altında çalıştığından dolayı, başbakanlıktan çekilmek zorunda bırakıldığı biliniyordu. Buna karşın, onu Meclis''in 2. Başkanlığı''na getirmekle, bütün Meclis''in onun görüşüne katıldığını; yani bütün Meclis''in Lozan Barış Antlaşması''nı yapan ve Bakanlar Kurulu''nda Dışişleri Bakanı olarak bulunan İsmet Paşa''ya karşı olduğunu göstermek amacı güdülüyordu. Bakanlar Kurulu çalışmalarının her gün temelsiz birtakım nedenlerle çığırından çıkarıldığı kanısına vardıktan sonra uygulamak için sırasını beklediğim bir tasarının uygulama zamanının geldiği yargısına varmıştım. Gerek Bakanlar Kurulu Başkanı Fethi Bey''in, gerek öbür bakanların çekilmeleri zamanının geldiğini ve bunun gerekli olduğunu ileri sürdüm. Yeni Bakanlar Kurulu seçiminde, şimdiki bakanlar Meclis''çe yeniden seçilirlerse; bunlar, yine bakanlıktan çekilecekler ve Bakanlar Kurulu''na girmeyeceklerdi. Baylar, alınan bu kararın ve böyle davranışın içyüzü incelenirse şu sonuç çıkar: İktidar tutkusu olan grubu hükûmet kurmakta büsbütün serbest bırakıyoruz, bunların diledikleri gibi bir Bakanlar Kurulu kurarak ülkenin alın yazısına el koymalarında bir sakınca görmüyoruz; şu ya da bu yolda bir hükûmet kurmayı başarabilirlerse, bu hükûmetin yönetim biçimini ve yönetimdeki becerisini bir süre izlemenin ve dahası ona yardım etmenin uygun olacağı kanısına vardık. Hükûmet kurmayı başaramazlarsa ortaya çıkacak düzensizlik, elbette Meclis''i uyarmaya yarayacaktı."
Atatürk Yurttaşlık Bilgileri kitabında cumhuriyet, demokrasi ve cumhuriyet ilişkisini şöyle tanımlıyor:
"Başlarında Tanrı vekili, gölgesi sıfatını taşıyan hükümdarlar bulundurmakla birlikte egemenliğini kazanmış ulusların mensup oldukları devletler, ulusun seçtiği milletvekillerinden oluşan meclislere sahiptirler. Ulusun egemenliğinin, bu meclisler temsil eder. Yasa önermek hakkı meclis üyelerine ve bakanlar kuruluna aittir. Hükümdar devleti temsil eder. Hükümeti kuran hükümdar, görünüşte yurttaş tarafından seçilir. Fakat gerçekte hükümet başkanı ulusun güvendiği, güçlü siyasal partilerin liderleridir; bunların kurdukları hükümetler ulusu ve ülkeyi yönetirler ve meclise karşı sorumludurlar. Bu türdeki hükümetler, temsilî hükümetlerdir ve gerçekte demokrasi ilkesi yürürlüktedir. Ancak bunlar tam anlamda demokrat hükümet değildirler.
Cumhuriyette son söz, ulus tarafından seçilmiş meclistedir. Ulus adına her türlü yasaları o yapar. Hükümete güvenoyu verir ya da onu düşürür. Ulus, seçtiği milletvekillerinden memnun kalmazsa, belli süreler sonunda başkalarını seçer. Ulus, egemenliğinin, devlet yönetimine katılmasını, ancak zamanında oyunu kullanmakla sağlar. Cumhuriyetin hükümeti, bir usul ve tarzda, sınırlı bir süre için seçilmiş bir cumhurbaşkanına verilir. Başbakanı o belirler; bakanlar kurulunu oluşturacak bakanları da başbakan, milletvekilleri arasından seçer.
Dünyadaki hükümet biçimleri, biri ötekine göre kimi ayrımlarla, çok değişir. Bununla birlikte, hepsi genel olarak, ele alıp irdelediğimiz biçimlere indirgenebilir: Hükümdarlık, sınıfçılık (oligarşi), halk cumhuriyeti."
Çankaya''da Bir Akşam
28 Ekim 1923 gününün akşamında, Çankaya''da bir grup milletvekili Mustafa Kemal''in sofrasında yemek yiyordu. Mustafa Kemal sofrada doğruldu, güçlü bir nefesten sonra hafifçe tabağının kenarına vurup:
"Beyler", diye sofradakileri susturuyor. Heyecanlı, kaşları çatık ama gözlerinde güleç bir ifade ile:
"Beyler! Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz!" diyor.
Tek tek herkesin yüzüne bakarak durumu kontrol ediyor ve susuyor. Şimdi sofradakiler yıldırım çarpmış gibi susakalmıştır. Neden sonra beyinlerde şok yaratan bu haberin ne demek olduğunu algılayarak alkışlıyorlar. Mustafa Kemal, uygun bir süre bekledikten sonra bir açıklama yaparak:
"Bundan böyle, Türkiye Devleti''nin idare şekli Cumhuriyet''tir. Bunu Anayasamıza yarınki Meclis toplantısında koyduracağız."
Hasan Rıza Soyak, kitabında bu konuyu şöyle anlatıyor:
"Bütün bunlardan anlaşılan şudur ki, işin sırası gelinceye kadar kendini tutmasını pek iyi bilen Büyük Adam, geçen müddet zarfında, bir taraftan düşündüğünü tatbik etmek için münasip bir fırsat zuhuruna intizar etmiş (beklemiş) diğer yandan fikirleri yoklamak ve hazırlamakla meşgul olmaktan da geri durmamıştı."
Cumhuriyet''in kabulü maddesi, hanedanın reddi maddesini de doğal olarak birlikte getiriyordu. Böylece 1924 Anayasası, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel düzenini, çağdaş bir anlayışla yeni baştan uygar ve özgür bir yapılaşmaya götürüyordu. "Büyük Taarruz Zaferi''nden 13 ay sonra ve "Lozan Barış Zaferi''nden 68 gün sonra Mustafa Kemal'in büyük ideali gerçekleşmiş oluyordu.