Sultan Abdülmecit zamanında, 1839’da Gülhane Hattıhümayunu adıyla anılan bir fermanla ilan edilen ve tarihimizde Tanzimat Dönemi adıyla bilinen dönemde yönetimde iyileştirme başlamıştı. Türk tarihinin önemli kırılma noktalarından biri olan Tanzimat’ın ilanından itibaren 185 yılı geride bırakmamıza rağmen hâlâ aynı tartışmaların içindeyiz.
Günümüz Türkiyesi’nin sosyo-ekonomik ve siyasi yapısını sağlıklı tahlil edebilmemiz için 1839’la başlayan bir açılım olan süreci çok iyi anlamamız gerekiyor. Bu dönemin en önemli devlet ve siyaset adamı olan ve gelişmelerin içerisinde yer almış Ahmed Cevdet Paşa’nın gözlemlerine yer verdiği Sultan Abdülhamid’e Arzlar “Ma'rûzât” adlı eseri tekrar okumalıyız. Batılılaşma serüveni ve muhalefetin içyüzünün, siyasi çekişmeler ile Türkiye’de darbe ve cunta geleneğinin kurumsallaşmasının ayrıntılarının yer aldığı bu eser geçmişten ders almamız ve geleceğe bu doğrultuda yön vermemiz gereğini hatırlatıyor. Ahmed Cevdet Paşa'nın, II. Abdülhamid'in emriyle kaleme aldığı bu eser, aynı zamanda son asır Türk Tarihi'nin önemli kaynaklarından biri olma özelliğini de taşımaktadır.
1839-1876 yılları arasındaki tarihî ve siyasî hadiselerin hülasasının yazılmasını isteyen II. Abdülhamid'e sunulmak üzere yazdığı Sultan Abdülhamid’e Arzlar “Ma'rûzât” cüzdanlar hâlindedir. Tamamı beş cüzdandan oluşan “Ma'rûzât”ın birinci cüzdanı kaybolmuştur. Arapça kökenli, maruzat sözü “Mevki, makam veya yaş bakımından büyük birine sunulan, bildirilen dilek, bilgi, sunuş” anlamındadır. “Ma'rûzât”, yakın tarihimize önemli ölçüde ışık tutan bir eserdir. Sultan Abdülmecit ve Abdülaziz devirlerinde yaşamış devlet adamlarının ahlaksızlıklarını ve beceriksizliklerini, ilim adamlarının seviyesizliklerini, Osmanlı toplumunun içten içe nasıl çöktüğünü gözler önüne sermektedir.
1855-1865 yıllarında Osmanlı Devleti’nin resmî tarihçisi olarak hizmet veren Cevdet Paşa, Mecelle’yi kaleme alarak İslam hukukunu sağlam bir dille kitaplaştıran kişidir. Beş defa adliye, üç defa eğitim, üç defa vakıflar, bir defa içişleri, bir defa ticaret ve ziraat bakanlığı yapmış bir devlet adamıdır.
Ahmet Cevdet Paşa, bilimin ülkeye yayılması ve genel kültür düzeyinin yükseltilmesi için çalışacak Fransız Bilimler Akademisi benzeri bir akademinin kurulması fikrinin desteklemekteydi. Bunun faydalarını anlatan bir mazbata hazırlayarak Sultan Abdülmecit’e sundu. Padişah’ın uygun bulmasıyla 1851’de kurulan Encümen-i Daniş’e (Osmanlı Akademisi) asli üye seçildi. 1853’te Encümen’de Osmanlı tarihi kaleme alınması kararlaştırılmıştı. 1774-1826 yılları arasındaki bölümü yazma görevi Ahmet Cevdet Paşa’ya verilmişti.
Osmanlı tarihini anlatan Tarih-i Cevdet adıyla bilenen 12 ciltlik ünlü eserinin son cildi 1886’da yayınlandı. Paşa, bir yandan da dönemin siyasi olaylarını yazdığı Tezâkir-i Cevdet adlı eserini kaleme aldı. Türk dilinin ilk Türkçe yazılmış dil bilgisi kitabı Kavâ’id-i Osmâniyye ve peygamberleri ve İslam tarihini sade bir dille anlatan 6 ciltlik Kısâs-ı Enbiyâ onun önemli eserlerindendir. 1856’da Galata Kadılığına, aynı yılın sonunda Mekke-i Mükerreme kadılığına getirilen Paşa, aynı yıl “Meclis Âli-i Tanzimat” üyesi oldu ve devrin kanunlaştırma çalışmalarında yer aldı. 1861’de İstanbul kadısı iken İbn-i Haldun’un meşhur eseri Mukaddime’nin tercümesini tamamladı. Meclis Âli-i Tanzimat”ın yapısı değiştirilerek Meclis-i Ahkâm-ı Adliyye adını aldığında, Osmanlı Devleti’nin kanunlarını yapacak olan bu kuruma üye tayin edildi ve meclisin nizamnamesini hazırladı. 24 Haziran1863’te Anadolu Kazaskerliği payesi ile Bosna vilayetine teftişe gönderilen Paşa, ıslahatları gerçekleştirmede ve orduya asker sağlamaktaki başarıları nedeniyle ile daha önce hiçbir ilmiye mensubuna verilmemiş olan ikinci rütbeden “Nişân-ı Osmânî” ile ödüllendirildi. İlmiye sınıfından mülkiye sınıfına nakledilen Ahmet Cevdet Efendi, 1866’da paşalığa getirildi.
Devletlerin, milletlerin her dönemde iktidar ve muhalefet çekişmesi, siyasetin iç yüzünü anlama gereği duyulduğunu; eğitim, ekonomi ve sosyal yaşamda yenilenme, ıslahat ya da inkılaplara ihtiyaç duyulduğunu ve gerçekleştirmek zorunda kaldıklarını binlerce yıllık tarihimizin bize defalarca öğretti ve öğretiyor. Büyük devlet adamları yetiştirmiş, büyük âlimler, büyük bilginler, büyük felsefeciler yetiştirmiş bu millete âdeta deniz feneri gibi ışık tutan ecdatlarımızın ruhları bizi takip ediyor, bizi kontrol ediyor, bizi denetliyor. O müstesna insanlar; daha güzel bir ülke, daha zengin bir ülke, daha adil bir ülke, daha kalkınmış ve daha eğitimli millet yaratmak için çalışmış ve bize cennet bir vatan bırakmışlar.
Tarihinden ders almayan milletler geleceği göremezler. O halde “Ma'rûzât”ı yeniden hatırlayalım, okuyalım, okutalım.