Türkiye’nin başında bir sürü bela dolaşmakta. Ekonomik, siyasal, sosyal sorunlar yanı sıra tabii afetler ülkeyi bayağı zor duruma soktu.
Ancak bu sorunların en belalısı, en çetini, uzun yıllardır devam eden, son zamanlarda iyice azan ahlaki bozulma bence. İnsan oğlu her türlü sıkıntıyla, yoklukla baş edebiliyor ama, ahlakı bir bozuldu mu düzelmek zor.
Her gün gazetelerde, televizyonlarda ahlaka aykırı haberler, olaylar yer alıyor. Bu da toplumun ahlakını gün be gün daha da bozuyor.
Vaktiyle bir aile terbiyesi vardı. Çocuklarına ilk eğitimi veren ailenin kendisi de bu denli bozulmamıştı. Küreselleşme denen illet ilk önce yeni nesillere ilk eğitim veren aile içi ahlakı, hatta ailenin yapısını bozdu. Aile yapısında bozukluklar ortaya çıkınca kokuşma, çürüme aldı başını gitti.
Küreselleşmenin hayatımıza getirdiği bazı hayat tarzları 1950’lerden bu yana terbiyesizliğ, kabalığı, itaatsizliği giderek arttırdı. Şiddet içeren filmler aramızdaki hırsızlara, katillere, soygunculara kötü örnek oldu.
İş ahlakı, ticaret ahlakı, meslek ahlakı da bu bozulmadan nasibini aldı. Bunlar bozulunca siyasetin icrası da dili de onu takip etti. Manevi değerlerimiz, dinimiz ne yazık ki bu gidişata ayak uydurdu. Evlatlıkla evlenebilmek, siyasetin icrasını dine, ahrete bağlamak mübah oldu.
İnsanlığın genel manevi değerleri, vicdan, merhamet, sağduyu, hoşgörü artık hak getire.
Herkesin gözü önünde ahlaksızlık yapanlar, sanat diye en olmayacak konuları sanat diye yutturanlar, haksız bir şekilde elde ettiği servetle lüks ve refah içinde yaşayanlar, illegal ilişkileri normal aile hayatı gibi gösterenler, marifet gibi gazetelerde, televizyonlarda boy boy sergileniyor ise ve ahlaki erozyon etkisi ile büyük bir kısım insan da bunları alkışlıyor ise, sözün bittiği yere gelinmiş demektir.
Ahlaki bozulma o raddeye vardı ki, beyanlarda, yazılarda belden aşağı vurma, hakaret, ben sen ayırımcılığı, dini siyasete alet etme, vicdanının sesini dinlememe, adaletsizlik, eşitsizlik, aldı başını gidiyor.
Oysa kültürümüzün ana ekseni olan dinimiz bunları yasaklıyor. Ama kimin umurunda. Varsa yoksa çıkar, rant, nepotizm
Sözün burasında, vicdanı, insani görevi gayet güzel betimleyen bir yazıyı, yazarlarının gıyabi iznine dayanarak bir alıntı yapmak istiyorum.
‘Céline’in asıl adı Louis Ferdinand Destouches ve iki kimliği vardı. Dr. Destouches, bilimini yoksulları tedavi etmeye adadı. Céline ise 20. yüzyılın en büyük yazarlarından biri oldu. Öylesine özgün bir biçem devrimi yaptı ki düşün ve yazın alanında, öldüğü 1961 yılından öteye onun çapında, onun kadar ilginç başka bir yazar yetişmedi...
Ancak tüm dillere çevrilen eserlerine rağmen dünya kamuoyu Céline’i kucaklamadı, bağrına basmadı. Çünkü Céline açık bir antisemit, yani Yahudi düşmanıydı. Aynı keskinlikte de bir Nazizm hayranı.
Ama kimse, hatta Yahudi entelijensiyası bile Céline’in edebi dehasını elinin tersiyle itemez; hem kızılır, hem hayranlık duyulur bu tuhaf edebiyat dehasına. Taksitle Ölüm ve Gecenin Sonuna Yolculuk, en vurucu iki eseridir.
Ikinci Dünya Savaşı sırasında ve Paris Alman işgali altındayken Nazizm yanlısı Céline ile komünist yazar, Fransız direnişçisi RogerVailland, Monmartre semtinde aynı apartmanda oturuyorlardı. Tabii ki selamlaşmıyorlardı, tabii ki ölesiye düşmandılar birbirlerine ve zaten RogerVailland, makalelelerinin yayımlandığı Fransız Komünist Partisi organı L’Humanité gazetesinde hiçbir fırsatı kaçırmıyordu Céline’i yerden yere vurmak için.
Savaşın sonuna doğru, gizlice Fransız topraklarına indirilen İngiliz paraşütçüler ile Fransız direnişçiler, işgalci Almanlara karşı ortak operasyonlar düzenlemeye başlamışlardı. Bir gece yarısı, dördüncü kattaki dairenin kapısı çalındı, Céline açtı; karşısında can düşmanı ve komşusu RogerVailland duruyordu.
Komünist yazar: “Dr.Destouches...” dedi. “Size ihtiyaç var!”
Céline’in bıçak sırtı gibi yüzünde ne bir kas oynadı, ne bir söz çıktı ağzından. Doktor çantasını aldı ve RogerVailland’ın peşinden ikinci kata indi. Fransız direnişçi Vailland’ın yatağında bir İngiliz paraşütçü yatıyordu. Céline, İngilizin vücuduna saplanan iki kurşunu çıkardı, yaralarını sardı ve her şeyin yolunda gittiğine emin olana kadar saatlerce başında bekledi. Sonra çantasını aldı ve tam kapıdan çıkarken
peşinden gelen RogerVailland’ın, gözlerinde “Acaba ihbar eder mi?” kuşkusuyla bir şeyler söylemek istediğini, söyleyemediğini fark etti.
“Siz Dr. Destouches’u çağırdınız Mösyö” dedi Céline. “Hiçbir sorun yok!”(Bkz. Not)
Zaten ne Dr. Destouches muhbirdi ne de ırkçı yazar Céline. İdeolojik tercihini doğrulamak için kimseye, desteğe ve dayanağa ihtiyacı yoktu onun ve onun çapındaki insanların.’
Önünden bir gayri Müslim geçerken, insana, insanlığa duyduğu saygıdan dolayı ayağa kalkan ve etrafındakilerin ‘O bir gayri Müslim cenazesi neden ayağa kalkıyorsun ey Resulallah’ dediklerinde, ‘O bir gayri Müslim ama bir insan’ diyen bir kültürün insanları olarak aklımızı başımıza almamız gerekiyor.
Not; Cumhuriyet, Mine Kırıkkanat