İnsanoğlunun Dünya’ya olan etkisinin en üst düzeylere çıktığı Sanayi Devriminden bu yana olan süreç ve devam edecek bu duruma, İnsan Çağı da denen döneme, bilim insanlarınca verilen isim Antroposen.
İnsanın ölçüsüz ve düşüncesiz bir şekilde yürüttüğü faaliyetlerine bağlı olan bu evrim, iklim krizi, kaynakların tükenmesi, biyolojik çeşitliliğin yitirilmesi ve artan kirlilik gibi birbirini yaratan felaketler şeklinde gerçekleşiyor.
Bu çağın başlangıcı, insan nüfusunun ve tüketim alışkanlıklarının aniden hızlanmasını ifade eden “Büyük Hızlanma” döneminin başladığı 1950’lere dayandırılıyor. Bu yaklaşıma göre insanlık önceleri Dünya’dan, daha doğru bir ifadeyle doğadan etkilenirken, bu çağda artık Dünya’yı yine başka ifadeyle doğayı etkilemeye başladı.
Bunun doğru ifadesi de Dünya “geri döndürülemez” bir değişime girdi. Bu durumda her an hiç rastlamadığımız olayların yaşanması da normal oldu. Bundan sonra gelişmeler geçmişle kıyaslanamayacak kadar hızlı bir biçimde gerçekleşecek.
Yaşadığım Mersin’in Silifke İlçesinin Taşucu Beldesinde insanoğlunun gün be gün artan bu fütursuz ve aşırı derecede aşırı hatta azgın faaliyetlerine şahit olmaktayım.
Amerikalı çevreci Henry David Thoreau şöyle yazıyor: “Bir insan kazayla sakat kalırsa, insanlar onun için sadece para kazanamayacak diye üzülmeye başlıyor. Bir kişi ağaçları sevdiği için ormanda dolaşsa, kırlarda çiçekleri koklasa, serseri diye damgalanmak tehlikesini yaşar. Oysa tüm gücünü ormanda ağaç kesmek ve toprağın o güzelim yeşil örtüsünü yok etmekle geçirirse, çalışkan ve girişimci bir yurttaş oluverir. Sanki ormanlar ve kırkları yok etmekten başka seçeneğimiz yokmuş gibi. Her şeyin parasal bir değerinin olduğu düşünülüyorsa, gerçek değerleri örneğin sevgiyi, insanlık onurunu nasıl değerlendireceğiz? “
Durum aynen böyle. Doğa aşığına deli diyoruz, doğayı tahrip edip kesesini doldurana da çalışkan, akıllı diyoruz.
Alman düşünür Hans Jonas “Sorumluluk İlkesi” isimli kitabında, tabiata karşı yaptığımız bu acımasız müdahale sonucunda ortaya çıkan “geri döndürülemezlik” sorununu inceler. Buna göre biz ölümlüler kendimizi Doğa’dan teknik gelişmelerle koruduğumuzu sanırız. Bu arada teknik yeteneklerimiz o derece gelişmiştir ki özellikle yapay zekanın da ortaya çıktığı şu zamanlarda sadece canlının dışsal özelliklerini değil genleriyle de oynamaktayız. Böylelikle doğada canlı ne varsa insan, hayvan ve bitkilerin hayati özelliklerini de etkilemeye çalışıyoruz. Başarı ve ilerleme addettiğimiz bu teknik müdahaleler öte yandan doğayı geri döndürülemez bir biçimde bozuyor. Doğa artık savunmasız bir duruma düştü. Sorun artık doğanın bozulması değil, artık nefes alamıyor, boğuluyor olması.
Hepsinin ötesinde dünya ciddi bir iklim krizi yaşıyor. Sıcaklıklar sürekli artıyor, olağan olmayan yağışlar, seller, yangınlar, kuraklıklar oluyor. Depremler oluyor. Gide gide iklim göçlerine, su savaşlarına maruz kalacağımız konuşuluyor.
Bu gidişle, uçsuz bucaksız eşitsizlikleri, çökmüş doğal temelleri ve son sürat sürdürdüğü intihar koşusuna maruz bir dünyayı gelecek nesillere miras bırakacağız ki bizden sonra gelecekler bizi çılgınca bencil ve ölümüne sorumsuz bulsunlar.
Peki neden hiçbir şey yapmıyoruz, yapamıyoruz. Neden böyle olmasına izin veriyoruz ve bu yıkım karşısında seyirci kalıyoruz?
Çünkü idrakini bugünle sınırlamayı ve bugünü yaşamayı tercih eden yaratıklarız biz. Özellikle de benim güzel yurdumun insanları.
Bu sakat idrakle bütün kıyıları öldürdük, ormanları yaktık, yıktık, akarsuları, gölleri zehirledik, dere yataklarını akılsız idrakle doldurduk, deprem tehlikesi olan hatların üzerini idraksiz inşaatlara hasrettik.
Varın Yaradan'ın bahşettiği nimetlere nankörlük edercesine edindiğiniz haksız, haram kazançlarınızla yaşayın insancıklarım.