Büyük Atatürk Onuncu yıl nutkunda:
“Türk Milleti!
Ebediyete akıp giden her on yılda, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim” demişti.
1933 yılında, Cumhuriyetin 10. Yılında bayramımızı Atamızın dediği gibi şerefle, saadetle, huzur, güven ve refah içinde kutlamıştık.
“Çıktık açık alınla on yılda her savaştan
On yılda 15 milyon genç yarattık her yaştan
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan
Demir ağlarla ördük Anayurdu dört baştan
Türk'üz, Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi
Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri
………..
Bir hızla kötülüğü, geriliği boğarız
Karanlığın üstüne Güneş gibi doğarız”
Tee 1933’te bu marşta haykırdığımız gibi o zaman 15 milyon hepimiz gençtik, çünkü huzurlu idik moralli idik, güvende idik, on yılda demir ağlarla ördüğümüz Anadolu’muz ile şerefli idik, başımıza bağladığı devasa borçları ödemiş, bütçemizde açık değil fazla bile vermenin mutluluğunu yaşıyorduk, Atamızın “Ne mutlu Türküm diyene” vecizesiyle yarattığı birbirine bağlı toplumla mutlu idik, bu yüksek moral ve güç ile kötülüğü yeneceğimize, gericiliği boğacağımıza, karanlıkları aydınlatacağımıza emindik.
Şimdi bugün böyle bir marş yazabiliyor muyuz, kendimizi bu kadar mutlu, huzurlu ve güvenli hissedebiliyor muyuz?
Lozan Barış Anlaşması'yla ve cumhuriyetin ilanıyla, Türkiye, başta Yunanistan olmak üzere, geçmişte savaştığı birçok ülkeyle dostane ve barışçıl ilişkiler yürütme prensibi benimsemişti.
Bu prensip ne bir Batı düşmanlığı veya rövanş arayan maceracı dış politikayı benimsiyordu, ne de mandacı emperyalizm yanlısı bir politika idi.
Ulusal egemenliği muhafaza ederken uluslararası sistemin de parçası olarak muasır medeniyetlerin hem teknolojilerini hem de evrensel hukuk ve özgürlük değerlerini benimsiyorduk.
Bu sayede Türkiye Cumhuriyeti Devleti uzun yıllar birçok meselede 'Güven Veren Aktör' konumunda olmuştu.
Cumhuriyetin olmazsa olmazlarından laiklikle dünya işlerinin müspet bilimlere göre yapılmasını, demokrasi ile de toplumun genel iyiliği için toplumun ortak noktalarında, bilgi temelinde, şeffaf tartışma ile, arama, karar verme ve uygulama ile sağlanacağını benimsemiş ve bu değerlerin otoritenin değil aklın, toplum iyiliği açısından da vicdanın gerekleri olduğunu öğrenmiştik.
Nitekim Cumhuriyet'in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, söz ve icraatı ile, manevi miras olarak hiçbir dogmayı, sabit fikri, kendi otoritesini değil, akıl ve bilimi rehber olarak edinmemizi sağlamıştı. Yine onun söyledikleri ve insanlığın, uygarlığın tecrübeleri ile, aklın, sağduyunun ışığı olmadan yol alamayacağımızı, akıl ve vicdandan saptıkça kaybedeceğimizi anlamıştık.
O günden bugüne dünyada oluşan, politik ve sosyal konjonktür dalgalanmalarına, ülkemizde de akla, adalete, vicdana ve liyakate önem vermeyen tutumlara rağmen, Cumhuriyetimiz, Atatürkçü ve Kemalist öğretiler sayesinde edindiği yüksek değerlerle birinci yüz yılını çok şükür tamamladı.
Bundan sonraki günlerde de Onuncu Yıl Marşını, Atamızın dilediği gibi, daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde, birbirine kaynaşmış millet şuuru ile haykıralım. Ve hatta bir “Yüz Onuncu Yıl Marşı”nı daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde, birbirine kaynaşmış bir millet şuuru ile yazabilmek ve okumak hedefimiz olsun.
İkinci yüzyılımızda insanlarımızın, yoluna Atatürkçü öğretilerle devam edeceğine ve ikinci yüzyılını ve hatta daha nice yüz yıllarını kutlayacağına eminiz ve bunu yürekten diliyoruz.
Cumhuriyetimizin 100. Yılı hepimize kutlu olsun.