Ya da “Bad-el-harab-ül-Basra” mı demeliyim, daha iyi meramımı anlatmış olmak için, bilemedim.
Bu ilginç sayılabilecek başlangıçla yazmak istediğim konu, “Türkiye’nin ilk iklim kanunu hazırlanıyor” haberi üzerine olacak.
Üç tarafı denizlerle çevrili, bereketli zümrüt yeşili ovaları, ormanlarla kaplı dağları tepeleri, organik sebze meyve veren bahçeleri tarlaları, çeşit çeşit balıkları olan denizleri, rant hırsıyla perişan edildikten sonra akla gelen “Türkiye’nin ilk iklim kanunu hazırlanıyor” haberi üzerine olacak.
Her şey Basralı’nın dediği gibi “Basra harap olduktan sonra” mı?
Düşünülmesi çok ama çok, çok geç kanun teklifine göre, iklim değişikliğiyle mücadelede tüm kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerin iş birliği içerisinde, sorumlulukları ve yükümlülükleri yer alacak.
Tıpkı turizm amaçlı işletmelerde, tüm kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerin, 78 canımız yanmadan önce gösterdikleri iş birliği içerisinde sorumlulukları ve yükümlülükleri gibi. Tıpkı 53 bin vatandaşımızın can verdiği deprem öncesi gösterdikleri sorumluluk ve yükümlülük gibi.
Rant uğruna yaktıkları ormanlarımızda, kuruttukları akarsularımızda, habitatını bozdukları masmavi denizlerimizde paylaştıkları sorumluluk ve yükümlülükler gibi.
Aynı teklifte, iklim değişikliği ile mücadele kapsamında “yeşil yatırımlar” belirlenecek, iklim finansmanı, iklim değişikliği teşviki, yeşil taksonomi çalışmaları yasal zemine kavuşturulacak deniyor.
Yasal zemin diyorlar. Tıpkı rant uğruna denizleri taşlarla, betonlarla dolduran, aç gözlülere sağladıkları yasal zemin gibi.
Tıpkı rant uğruna, oy uğruna, ederi milletin sırtına yüklenen lüzumsuz ve aşırı yatırımlara sağlanan yasal zemin gibi.
Kuzeyde Saros Körfezi’nden, güneyde Hatay Samandağ’a kadar tüm kıyılarımızın anayasa ve yasa dinlemeyen ve kıyılara çöken rantiyelere tanınan yasal zemin gibi.
Azgınlaşan rantiye, çevresel değerlerimizi her gün biraz daha kemirmekte her gün biraz daha yıpratmakta, doğanın dayanma gücünü yok etmektedir.
Doğayı, çevreyi düşünmeden yapılan bunca düşüncesiz işten sonra aklımız başımıza yeni geliyor. Oysa inandığımız din ve geleneksel kültürümüz çevreye önem verir. Yüce Allah, çevreyi insanın hizmetine sunmuştur. Öyle ise bizler de kendimize hizmet eden parkların, ormanların, akarsuların, göllerin, denizlerin kısacası doğal çevrenin temiz tutulması ve korunmasıyla yükümlüyüz.
“Nehirden bile abdest alsanız israf etmeyiniz” hadisiyle kutsiyet kazanan prensip, çevrenin korunması bağlamında en güzel bir düsturdur.
Hava, su, toprak, bitki ve hayvan gibi tabii zenginliklerinden oluşan çevre insanın kendisi, insanlık ailesi ve hatta çevreyi bozan aç gözlülerin dahi bir gün kendisine lazım olacak nimettir.
Neyse, şimdi de yazının başlangıcında kullandığım, “Daha önceleri neredeydiniz” ile “Bad-el-harab-ül-Basra” hikayelerini okuyalım.
Selahattin Pınar’ın Hicaz şarkısından bilirsiniz, “Daha önceleri neredeydiniz”
Bir bahar akşamı rastladım size
Sevinçli bir telaş içindeydiniz
Derinden bakınca gözlerinize
Neden başınızı öne eğdiniz..
İçimde uyanan eski bir arzu
Dedi ki yıllardır aradığım bu
Şimdi soruyorum büküp boynumu
Daha önceleri neredeydiniz
“Bad-el-harab-ül-Basra” deyimi ise Moğolların Basra'yı yakıp yıktıktan sonra kendisine akıl danışması üzerine bir alim tarafından söylendiği rivayet edilmektedir.
Ancak bir de halk arasındaki söylencelere göre ise deyimin öyküsü şudur: Basra'ya yolu düşen fakir bir derviş karnını doyurmak için kimin kapısını çaldıysa eli boş kalmış. Sadece bir kasap ona bir parça çiğ et vermiş. Ancak derviş eti pişirmek için ateş bulamamış. Ateş yakmak için kimden yardım istedi ise onu terslemiş. Bunun üzerine derviş "Allah'ım Basra halkının hayırsızlığından ve cimriliğinden sana sığınırım. Bana şu eti pişirecek bir parça ateş lütfet " diye yalvarmış.
Tam o sırada Basra'da büyük bir yangın çıkmış. Herkes sağa sola kaçışırken dervişi, yangın alevlerinden istifade yaktığı ateşle eti kızartıp, karnını doyurmanın telaşı içindeyken, ona önceden yardım etmeyen Basralılar, "Sonunda aradığın ateşi bulmuşsun" demişler.
Derler ki derviş de onlara cevap olarak "Basra Harab Olduktan Sonra" anlamına gelen bu sözü söylemiş.
Esen kalınız….