En sağlam ve emin geleceğin, geçmişe bakılarak, oradaki hatalardan ders alınarak kurulacağı malumdur.
Dünya sancılı bir döneme sürükleniyor. Avrupa’da karışıklıklar, dertleri hiç bitmeyen bu yaşlı kıtada huzursuzluk yaratıyor. ABD, iç siyasetindeki kavgalar ve ırkçılık sorunlarıyla boğuşuyor. Rusya kendi ayağına kurşun sıkarak devamlı bir dış ve iç harp telaşında. Yarın orada ne olacağı meçhul. Orta Doğu deseniz orada zaten kalu beladan beri sorun bitmez. Din kavgaları yetmez gibi, Sykes-Picot anlaşmasından beri işgalcilerin siyasi emelleri kavgaları alabildiğine şiddetlendiriyor.
Dedik ya dünya sancılı bir dönem içerisinde ve bunun sürüp gideceği ise kuvvetle muhtemel. İklim bir yandan siyaset diğer yandan milyonlarca insanın huzurunu kaçırıyor, habitatlarından koparıyor.
Dileriz olmaz ama, pek çok şeye gebe bir dünya bizi bekliyor gibi.
Bu aşamada kıymetli ilgililerimize ve sayın okurlarıma, dış politikada mazide neler başımıza gelmiş, neler yapmışız onları hatırlatmak istedim.
Bu serüvenimde, kıymetli ve eşi bulunmaz film yapımcısı rahmetli Halit Refiğ hocamızın notlarından faydalandığımı burada onurla zikretmek isterim.
1945-1989 yıllarına dönelim. Türkiye bütün Soğuk Savaş dönemince Sovyetler’e karşı ABD’nin yanında yer almıştı. 1950-53 Kore Savaşı sırasında ABD bize güçlü savunma desteği vermiş, NATO’ya girmemizi sağlamıştı. Yine bu dönemde miadı dolmuş eski yardımlarla, sadaka misali ekonomik yardımlarda bulunmuştu.
Sovyetlerde Stalin ölünce ve Kore Savaşı bitince, ABD sırtımızdan vururcasına Kıbrıs’ı Yunanistan’a hediye etmeye kalkışmıştı. Buna tepki gösteren Türkiye, yine ABD’nin marifetiyle 29 Mayıs ve idamlar gibi cezalara maruz kalmış, 1974 Kıbrıs çıkarmasının ardından silah ambargosuna uğramış, ülkede sağ-sol kavgaları tezgahlanmıştı.
1979’da İran’da anti Amerikan mollalar rejimi kurulunca Türkiye’nin önemini anlayan ABD, sağ-sol çatışmalarının bıçak gibi kesilmesini sağlamıştı. İran-Irak Savaşı sırasında da Türkiye’yi hoş tutmak amacıyla, özellikle Körfez ülkelerinden olmak üzere ülkeye mali kaynak sağlanmış, ancak kendi yağıyla kavrulan ve planlı ekonomik uygulamalarla gelişen Türkiye aşamalı olarak kapitalizmin insafsız pençesine düşürülmüştü.
Anti Amerikan İran rejimi Irak’la olan savaşını kaybedince, İran belasından bir nebze kurtulan Amerika bu kez Irak’a dönmüş ve Kuveyt vesilesi yaratılarak Saddam şahsında Irak hedef alınmıştı. Bu sırada Türkiye yanlış dış politika uygulamasıyla hem sınır komşumuz, hem de ticaretimizde ve her türlü ilişkide birinci sırada bulunan Irak’a sırt çevirmiş, keskin ABD yanlısı olmuştu.
Ancak Türkiye bu yanlış destek politikasından ziyanlı çıkmıştı. Bu çerçevede Kuzey Irak’tan ABD destekli olan Türkiye’ye göçü önleyemedi ve göç eden büyük sayıdaki Kürt topluluğun yeni yerlerindeki sosyal ve ekonomik durumları yüzünden, Batı’nın kışkırtmaları ile, yıllarca ve hala uğraştığı “Kürt Sorununu” kucağında buldu.
1992’de Sovyet bloğu çökünce artık, ABD tek süper güç olarak kalmış ve “Yeni Dünya Düzeni” başlamıştı.
Bu yeni dünya düzeninde de Türkiye huzur bulamadı. Batı’nın, özellikle ABD’nin BOP Projesi ile ülkemizde sosyal ve ekonomik çalkantılar arttı.
Gözü dönmüş kapitalizm ve sonradan olma azılı neo-liberalizmin kurbanı yalnız biz değildik. Batı dünyası bu kez de İslam’ı yeni bir düşman olarak seçti.
Bosna’da Müslümanların Sırplar tarafından katliamı, Kafkaslarda Ermenistan-Azerbaycan kavgası, Afganistan kargaşası ve daha birçok düzensizlik bu gözü dönmüş hırsın sonucu olmaya devam etmişti. Halen de devam etmektedir.
Bu politikalar yüzünden dünya doğal kaynakları, artan dünya nüfusunun ihtiyaçlarını karşılayamayacak bir şekilde hızla tükenme yolunda. Artan enerji israfı çevre kirlenmesi ve küresel ısınma dünyadaki canlı varlığa büyük bir tehlike olarak günden güne büyümekte.
Bir kıyamet senaryosu çizmek değil muradım. Muradım, Amerika bulunduktan sonra dünya ekonomisinin ağırlık merkezi, Asya-Avrupa arasındaki karayollarından, okyanuslar aşırı denizyollarına kayarken, karayollarının denetimini elinde tutan Türkiye’nin tarih sahnesinin gerisine itilmesine işaret etmek.
Bu sonuç mutlaka Türkiye’nin dış politikasında gözönüne alınıyordur. Ama bazı yanlış uygulamalar da yok değil bu arada. Bu sebeple bir vatandaş olarak bunlara bir kez daha işaret etmek istedim.
Burada rahmetli Refiğ Halit’in bir dostu ile olan konuşmasına dair notlarında ratladığım parçayı sizlere aktarmak isterim. Bu not ABD’nin ve neo-liberalizmin hırsını gayet güzel anlatıyor.
“Amerikalı bir diplomat dostum ile Amerika’nın kendi sınırları ötesindeki faaliyetlerini ve sınır komşusu olmadığı ülkelerin içişlerine karışmasını tartışmaya girdiğimizde o diplomat şöyle dedi: Amerika halkını öyle yüksek bir refah seviyesine alıştırdı ki, bunu sürdürmek için dünya enerji kaynaklarını denetimi altında tutmaya mecbur.”
Neo-liberalizmin bu hırsı 3 milyar insanı açlık ve susuzluktan kırarken, tüketim ve refahını sürdürmeye çalışması dünyayı kendi sonuna gün be gün götürmekte ne yazık ki.
İnsaflı oluna….