Londra’dan haziran başında İstanbul’a geldiğimde fiyatların ulaştığı seviyeyi görünce sersemledim. Her ne kadar medyadan durumu takip ediyordumsa da böylesini tahmin edememiştim. Geçen yaz aldığım bir şeyin, bir hizmetin bedeli iki misline yükselmişti. TÜİK’in saygıdeğer uzmanlarının, yetkililerinin hesaplarını nerede, nasıl yaptıklarını merak ettim.
Ardından Bodrum’a geldim. Fiyatlar beni tam anlamıyla nakavt etti.
Dakika bir, gol bir: İstanbul’da üç harfli zincir marketlerden birinden 5 liraya aldığım ekmek, burada aynı marketin şubesinde % 40 daha pahallı olarak 7 liraya satılıyordu. Yahu maket aynı market, ekmek aynı ekmek…sadece şehir farklı….bir de fiyatı. Biri bana bu durumun mantıki bir izahını yapabilir mi?
(Ara not: gerek bu olsun, gerek ileride vereceğim diğer örneklerde olsun bir kişi, bir kuruluş/işletme/şirket beni yalanlamaya kalkarsa elimdeki makbuzları ortaya koyar ve o kuruluşun adını ifşa ederim).
Mantıki mi değil mi bilmem ama benim bu duruma getirdiğim izahat şöyle: buradaki esnaf, işletmeler, iş sahipleri tatilcilere, turistlere diyorlar ki “madem sizin buraya gelip tatil yapma imkanınız var bizim de sizlere kazık atma hakkımız var”. Kazık, hem de ne kazık, üç aylık turizm döneminde atılan kazıkla yılın geri kalan 9 ayında çalışmadan rahatça yaşama imkanı sağlayabilecek ölçüde kazık.
Bu kazık atma sadece büyük işletmelere has bir şey değil bireysel düzeyde de mevcut. Örneğin iki oda, bir salon veya eskilerin deyimiyle nohut oda bakla sofa dairemi temizletmek için yarım günlüğüne rica minnet 800 lira ödedim. İki karış bahçemdeki otları temizletmek için üç saatlik mesaiye bin lira istedi adamın biri. Bu rakamlar bir beyin cerrahının kazanabildiğinden dahi kat be kat fazla.
Bir kaç örnek daha ister misiniz?
Bir arkadaşım deniz kıyısında lüks bir restoranda akşam yemeğine gitmiş. Garsonlar Fransız usulü mavi beyaz çizgili uzun önlüklerle servis yapıyorlar. Her şey pırıl pırıl. 4 kişilermiş. Birer ana yemek ısmarlamışlar, hesap 12 bin lira gelmiş. Yani İngiliz parasıyla kişi başına 100 Sterlinden toplam 400 Sterlin. O paraya Londra’nın en lüks lokantalarından birinde çok daha abullü zubüllü yemek yersiniz. Ama orada asgari ücret alan da o yemeği çok isterse yiyebilir, lakin burada o fatura asgari ücretlinin neredeyse bir aylık maaşı ediyor.
Ben yetkili olsam o restorana gidip sadece restoranın değil, Türk müşterilerinin de geçen yıl ne kadar vergi verdiklerini incelerim.
Haa, yedikleri yemeği mi soruyorsunuz ? Arkadaşım şöyle anlatıyor:
“Izgara et bırakın çiğnemeyi, ısırılmasını dahi imkansız kılacak kadar kavrulmuştu. Garsona durumu anlattığımda sırıtarak “daha az pişirdiğimizde Türk müşteri bu et pişmemiş diye geri gönderir “ cevabını verdi. Restorandan yarı aç kalktık. Kaldığımız yere dönerken birer dürümle karnımızı doyurduk”
Türk halkının muzdarip olduğu illetlerden biri başarısızlıklarda, olumsuzluklarda, mağlubiyetlerde sorumluluğu hiç üstüne almamak, başkalarına yüklemek, mazeret üstüne mazeret üretmek değil midir? O garson da hatayı kabullenmek yerine sorumluluğu başka müşterilere yüklemekten kaçınmamış. Oysa bir et parçasının ateş üzerinde pişirilmesi ateşten yararlanılmaya başlandığı binlerce yıl öncesinde beri kullanılan bir pişirme usülü. Ama bu işin nasıl yapıldığı önemli. Muhtemelen o “lüküs” restoranın aşçısı/ocakçısı “mühürleme metodunu “ hiç duymamış ızgara yapmayı eti ateşin üzerine atıp kavurmak/kömürleştirmek sanıyor.
Diyorum ya, bir hatayı kabullenmeyip, sorumluluğu kendimizde aramayıp başkalarına yüklemek milli illetimiz. Baksanıza siyasiler bile her seçimi kaybettiklerinde sorumluluğu üstlenmeyip suçu başkalarına atıyorlar….seçim üstüne seçim kaybetseler , girdikleri her mücadeleden mağlup ayrılsalar dahi sorumlu, suçlu hep başkaları.
“BEACH “KÜLTÜRÜ
Yıllardır İngilizce bilirim, konuşurum, yazarım. Daha doğrusu bildiğimi sanırdım. Benim bildiğim İngilizcede “beach” kelimesinin Türkçe karşılığı “sahil, kumsal, plaj”dır. Meğerse “beach” demek “kazık yemek isteyenlere kazık atmak isteyenlerin hizmet verdiği deniz kıyısı” demekmiş.
“Beach”lerin bir kısmı sahilde, bir kısmı da deniz üstüne kurulmuş iskelelerde. Buraya gelenler “nefesine (!) güvenen borazancıbaşı” misali parası olan kişiler. Bodrum “beach ”lerine kişi başına giriş 1000-2000 lira arası. Yanlış anlaşılmasın bu sadece duhuliye parası, yiyip içtiğiniz ayrı ücrete tabi. Haa, hakkını yemeyeyim giriş ücretine şezlong ve şemsiye dahil.
“Beach” kumsalda ise ve sadece şezlong-şemsiye sizi kesmiyorsa “Loca” da kiralayabilirsiniz. Burası gölgelikli küçük, derme çatma bir odacık, bir barınak. Adına çardak demek daha uygun olur ama “beach’çiler” bununla yetinmemiş İtalyanca asıllı “loggia” ” kelimesini tercih etmişler. Eh kazık atacaklar ya bari adı ithal malı olsun. Sanki ismi yabancı olunca kazık daha az hissediliyor, daha bir zevkli oluyor.
“Loca”bildiğiniz gibi, sinemada, tiyatroda özel ölmelere verilen isim. Tabii oda anlamına da geliyor. Bir de esnaf loncalarına verilen ad. Ama bizim turistik bölgelerimizde prestij gösterisi oluyor, doğal olarak parayı bastırabilenler için. Bir locayı günlük, haftalık, aylık olarak kiralıyabiliyormuşsunuz. Fiyatı mı ? Ne siz sorun ne ben söyleyeyim, asgari ücretle çalışan vatandaşlarımıza çok ayıp olur.
“Beach” deniz üzerindeki iskelelere de deniliyor. Burada konserve kutusundaki sardalyalar gibi yan yana, dip dibe, birbirine yapışık düzende sıralanmış şezlonglarda keyif (!) çatıyorsunuz
Hava sıcak, diyelim ki susadınız, acıktınız. Öyle çantanızdan çıkaracağınız yarım litrelik pet şişedeki suyu içemezsiniz, evde hazırladığınız kuru köfteleri, yaprak sarmaları, katı yumurtaları yiyemezsiniz, hatta gelmeden önce köşedeki bakkaldan alıp getirdiğiniz bisküvileri dahi atıştıramazsınız. Çünkü burası “beach”, bir şey içecek, yiyecek iseniz burada önce kazık yiyeceksiniz. Otuz santilitrelik şişe suyu 1000 lira, kutu kola 1500, kahvaltı 1500- 3000 arası, köfte salata 1800, bira 600-1500 lira, pizza 1500-4000 lira arasında . Lahmacun mu? Sorup da beni güldürmeyin, gazeteler her gün yazıyor.
Fiyatlar pahallı mı geldi. Öyleyse siz de “beach”e gitmeyin kardeşim. Burası sizin kaldırabileceğiniz yerlerden değil. Nasıl bir yer olduğunu çok merak ediyorsanız televizyonlardaki sosyete programlarını izleyip tatmin olun.
Denilebilir ki “alan razı, satan razı, sana ne”.
Çok doğru….bana ne.
Ama sadece ben değil vergi müfettişleri de aynı şeyi düşünüyor, diyor olmalılar ki “beach’çilerin” geçen yıl ne kadar vergi verdiklerini araştırmak ihtiyacı hissetmiyorlar.
Tabii, Bodrum Marina’daki teknelerin sahipleri için de aynı şeyi düşünüyor olmalı saygıdeğer vergi müfettişleri.. Aman o tekne sahipleri bana itiraz etmeye kalkışmasın ben de onlara teknelerinde neden Türk bayrağı değil de yabancı bandıralar bulunduğunu sorarım. Acaba şanlı bayağımızı çekmekten utanç mı duyuyorlar, yoksa işin içinde yine vergi meselesi mi varhaa bir de bizlerin her gün artan fiyatlardan alabildiğimiz petrolü, mazotu ucuza almak mı söz konusu ?
Ulaşıma gelince…kendi arabanız ile seyahat ediyorsanız “gülü seven dikenine, arabasını seven benzin/mazoıt fiyatlarına katlanır”.Yorgunluğu, kaza riski de cabası.
Öyleyse havadan gidelim, zamandan kazanalım, kaza riskinden kurtulalım, yorgunluk çekmeyelim derseniz uçak fiyatlarının ne olduğunu hiç bilmiyorsunuz demektir. Özellikle bayramlarda seyranlarda uçak şirketleri fırsatı hiç kaçırmazlar, zaten kazık olan fiyatlarını biraz daha sivriltirler. Her hangi bir uçak şirketimiz buna itiraz ederse örneğin Londra İstanbul bileti ile Istanbul- Bodrum/Milas biletinin fotokopilerini gösteririm. Ayrıca çok üstüme gelinirse, bırakın bayram günlerini normal günlerde dahi yerli ve milli bir uçak şirketimizin ekonomi sınıfı bileti ile yerli ve milli İngiliz şirketinin charter değil tarifeli uçuşlarda business class için kestiği bileti yanyana koyar alınan ücreti , verilen servisi, sağlanan imkanları bir karşılaştırın bakalım derim. Ezcümle kazık karada, havada her yerde. “Va mı bunun bi izah tarzı?”
Geldik otel, pansiyon, kiralık ev fiyatlarına. Ama isterseniz bu konuya hiç girmeyelim, ne siz sorun ne ben yazayım. Ne demişler “madem Bodrum’a geleceksiniz kazık da yiyeceksiniz hemşerim”. Öyle 5 yıldızlı otel “resort” , “ rezidans” (alın size kazığı yabancı kelime arkasında kamufle eden iki kelime daha…hoş “otel”, “motel” ve “pansiyon “ kelimeleri de yabancı kökenli ya…) gibi yerlerde kalmayı planlıyorsanız ücreti ödeyecek miktardaki parayı cebinizde, cüzdanınızda taşıyabilmenize imkan yok, yanınıza ekstra bavul almanız gerekecektir. Ev kiraları da öyle. Hesabı ödemek için kredi kartı kullanacaksanız kartınızın gümüş, altın, platin, milatin değil uranyum olması lazım.
Böyle paraları alınızın teriyle kazanıyorsanız, vergisini veriyorsanız diyeceğim yok…helal olsun. Ama harcarken kılınız kıpırdamıyor, atılan kazığı umursamıyorsanız o zaman aklıma “haydan gelen huya gider” lafı geliyor ister istemez.
Bir çift sözüm de kazığı atanlara….”bindiğiniz dalı kesiyorsunuz kardeşim, böyle devam ederseniz müşterileriniz azalacak, Bodrum’un turistik marka değeri de sayenizde düşecek”. Ne demişler “çok tamah…” hadi neyse.
Bir sonraki yazımda Bodrum’da yaşamı anlatacağım, ilk elden bilgilerle.
O zamana kadar sevgiyle kalınız.