Yoksulluk hiçbir ülkenin kaderi değildir.
Açlık, yoksulluk, azgelişmişlik hiçbir ülkenin başına gökten zembille inmez. İnsan eliyle yaratılır.
Liderler, siyasetçiler eliyle yaratılır.
Geri kalmışlığın, azgelişmişliğin temelinde cahillik, cehalet vardır her zaman.
Bir de cehalet, İhanetle birleşirse, toplumda sefalet, perişanlık başlar.
Sonra da o ülkede Ortaçağ yasaları geçerli olur. Adalet ayaklar altında ezilir…
Bilim, teknoloji, akıl, sağduyu önemini yitirir. Batıl inançlar, hurafeler, safsatalar ön plana geçer.
Düşünebiliyor musunuz, bir ülkede, koca bir adam, emekli Tuğgeneral; eski askeri başdanışman, çıkıp diyor ki:
"İslam Birliği olacak mı, olacak. Nasıl olacak? Mehdi Hz. geldiği zaman. Peki, Mehdi ne zaman gelecek? Allah bilir… 21. yüzyılda “Mehdi” bekliyor eski askeri başdanışman…
Bir başka prof. da şunları söylüyor: “Bizde de okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben daha çok cahil ve okumamış tahsilsiz kesimin ferasetine (anlayış-sezgi) güveniyorum bu ülkede. Yani ülkeyi ayakta tutacak olanlar, okumamış, hatta ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış cahil halktır.”
Bir başka doçent de deve sidiğinin faydalarını anlata anlata bitiremiyor…
Buna kargalar bile güler…
22 yıldır bu dönemi yaşıyoruz biz… Bozulmadık bir şey kalmadı. Dolandırıcılık, taciz, tecavüz, kadın cinayetleri günlkl olaylardan oldu… Cemaatler, tarikatlar sardı dört bir yanımızı…
Uygarlığın, bilimin, insanlığın altından girip üstünden çıktılar.
Toplumda ne ahlak kaldı, ne gelenek, ne görenek… Tacizler, tecavüzler, açlık, yoksulluk bu milletin üstüne kara bulutlar gibi çöktü.
Ama bu sömürü ve cehalet düzenin geçmişi, Osmanlı döneminin sonlarına dek uzanır. Bu ortam, Atatürk’ün Cumhuriyeti ilan etmesiyle son buldu.
Bir grup ihanet erbabı, Kurtuluş Savaşında bile emperyalist güçlerle işbirliği yapmış vatanını, milletini sırtından hançerlemişti.
Mustafa Kemal bunların çoğunu yargı önüne çıkardı. Bazıları ise yurt dışına kaçtı.
Atatürk devrimlerinden sapma, gericilik tohumlarının ekilmesi ve yaşadığımız bugünkü bozuk düzenin temeli 1940’lı yılların başında atıldı.
Köy enstitüleri kapandı. İmam hatipler, Kuran kursları, tekkeler, tarikatlar yeniden açıldı.
Atatürk’ün adaletinden kaçan emperyalizmin yerli işbirlikçileri yeniden önemli görevlere getirildiler. Atamızın kızağa çektiği bazı devlet adamları yeniden önemli makamlara atandılar.
Ve 1950’den sonra Menderes iktidarı ile gericilik, yobazlık yurt yüzeyine hızla yayılmış, ABD emperyalizmi açıktan savunulur hale gelmiştir.
1968’lerde Dolmabahçe’de Amerikan filosunu kıble yapıp namaz kılanlar emperyalizmin işbirlikçileriydi.
O sıralarda Deniz Gezmişler, mahir çayanlar “Tam bağımsız ve geçekten demokratik Türkiye” diye bağırıyorlardı.
6. Filonun karaya çıkan Coni’lerini denize döküyorlardı.
İşte devrimci Atatürkçü gençlerle, yobazlar arasındaki fark bu.
Bir ülkede yöneticiler, politikacılar emperyalizme karşı savaş vereceklerse önce Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkmalılar ve çağdışı, yoz, ilkel Arap düşüncesinden kurtulmalıdırlar…