Ülkede konuşulanlar, yapılmak istenenler, belki de yapılmamak istenenler tam da bu “Quo Vadis” sorusunun sorulmasını gerektiriyor.
Ülkede kendine idareci diyenlerin, kendine muhalefet diyenlerin yaptıkları ile konuştuklarında eklektik bir yaklaşım yok. Olanları ve olacakları düşünme hassasiyetleri ise hiç yok.
Neresinden bakılırsa bakılsın, kimi “süreç”, kimi “çözüm süreci”, kimi “açılım”, kimi “Kürt meselesi” desin, şöyle veya böyle bir süreç yaşanıyor.
İktidar kanadı işe “Öcalan Kandil’e silahları bırakın” çağrısında bulunsun ümidiyle başladı. Devreye DEM’i de sokarak “kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır” gibi iki ucu birbirine varmayacak ifadelerde bulundu. Hatta iktidarın bir kanadı “Kürt sorunu yoktur” derken diğer büyük kanadı “vardı biz çözdük” iddialarını güderken, yanlarına aldıkları DEM’in tutumu başka. Onlar davranış ve sözleriyle, “Kürt sorunu var, terör sorunu bununla ilgili” diyor. DEM bu tutumu ile Öcalan’ın rolünün çok önemli olduğunu vurgulayarak konuyu “Kürt sorununu silahlı yapı ile müzakere etmek” gibi bir tehlikeli alana sürüklüyor.
Peki, biri “Kürt sorunu yok, terör sorunu var” derse, öteki de “Kürt sorunu var, terör sorunu buna bağlı” diye dayatırsa, nasıl anlaşacaklar.
Açmazlardan biri bu.
Bir diğeri de DEM’in müzakere etmek istediği konular. Bunlar malum, otonom bölge, ana dilde eğitim ve buna benzer kürt kimliği statüsü gibi konular. Bu derece ciddi konuların silahlı yapı ile müzakere ediliyor durumuna düşülmek tehlikesinin ülkede ne gibi dalgalanmalar yaratacağının hesap edilmemesi. Yukarıda da kaydettik. Olanları ve olacakları düşünmeyi bırakıp, milli birliği sağlamaya çalışmak. İyi güzel milli birliği sağlayalım ama artıları ve eksileri de iyi hesap edelim.
Öcalan’ın muhatap alınmasının ve milli birlik sağlanacak hevesi ile bodoslama bu süreç denen şeyi müzakere etmenin ülkede bir rahatsızlık yaratacağı ve hatta yarattığı hiç hesap edilmiyor.
Ülke içinde hasıl olan rahatsızlığa bir de dışarıdan gelecek tehlike eklenebilir.
Basından öğrendiğimize göre DEM heyetindeki Ahmet Türk sözüm ona milli birlik gayretlerini pekiştirmek için konuşmuş. “Irak’a da gittim, Suriye’ye de gittim. Bütün Türklerin gözü Türkiye’de Kendilerini Osmanlı’dan bu yana Türkiye’nin bir parçası görüyorlar. Kürtler sadece Türklerle adil bir yaşam sürebilir, özgürleşir. Başka şansları da yok.”
Bakar mısınız laflara. Hem bugün Türkiye’de yaşayan kürtler özgür değil, adil bir yaşam sürmüyorlar, eşit haklara sahip değiller diyorlar, beri Türkiye’deki bazı hevesleri kışkırtmak için, emperyal iştahları kabarık bazılarımızı daha da azdırmak için teraneler okuyorlar.
DEM’in bu Kürt milliyetçiliği daha da azmış olacak ki, Ahmet Türk teranelerine devam ediyor: “Bugün Ortadoğu’da 50 milyonluk bir Kürt nüfusu var ve hepsinin yüzü Türkiye’ye dönük, kendilerini Türkiye’nin bir parçası olarak görüyorlar. Bunu kalıcı hale getirmek lazım.”
Anlaşıldığı kadar Ahmet Türk, Türkiye’nin işgal etmesini istediği Irak ve Suriye topraklarının yanısıra İran’ı da katmış 50 milyon Kürt rakamıyla. İran, Irak, Suriye ve Türkiye’deki bazı topraklar üzerinde bir Kürdistan kurulması emperyalistleri ve özellikle İsrail’in hedefi değil mi? İsrail açıkça kürt devleti hamisi değil mi?
Irak ve Suriye hele İran ne der böyle bir şeye. Ahmet Türk’ün bölücülük yaratan bu laflarının ve buna uyması için zaten hazır bekleyen Osmanlıcıların böyle bir harekete kalkışması kan gölü Ortadoğu’yu daha da karıştırmaz mı?
Zaten Amerika’nın yeni Hitleri aportta bekliyor. Göreve başlamadan yaptığı açıklamalarla Avrupa’yı karıştırdığı yetmezmiş gibi çoktandır burunlarını soktukları Ortadoğu’yu daha da karıştırmaya çalışıyor. Malikanesinde yaptığı açıklamalarında Türkiye’yı de unutmamış. Suriye konusuna değinirken, Türkler ikibin yıldır Suriye’ye iştahı olduğunu söylemiş ve ilave etmiş Türkler ile Kürtlerin de ikibin yıldır birbirlerinden nefret ettiğini söylemiş.
Dışta bu tehlikeli provokasyonlar yapılırken içeride de güzel ülkemi huzur ekseninden saptırmak istiyorlar. Kimlik bunalımı yaratıyorlar. Devleti kuran güçleri zayıflatıyorlar. Daha da kötüsü milletin kendine güvenini sarsıyorlar. Geldiğimiz bu noktada da devleti bir kenara iterek, elbirliğiyle Öcalan ve DEM’i baş aktör durumuna getiriyorlar.
Bu noktada tekrar sormak lazım “Quo Vadis” “Nereye”