“Bilirim gücünü sözcüklerin, o çınlayan sözcüklerin ben;
onların değil, o yığınları coşturan, kendinden geçiren,
başka sözcüklerin gücünü, çıkarıp ölüleri topraktan
tabutları meşeden adımlarla götürenlerin her zaman.
Gün olur okunmadan, basılmadan atılırlar da sepete,
bir çıktıları mı oradan gemi azıya alırlar elbette,
gümgüm öterler yüzyıllar boyu, tırmanıp gelen trenlerdir
öpüp yalamağa nasır tutmuş ellerini şiirin bir bir.
Bilirim gücünü sözcüklerin. Esip geçmiş de bir rüzgâr
bir halayın topraklarına düşmüş taçyapraklarıdır bunlar.
İnsandır bütün ruhu, dudakları ve bütün iskeletiyle.”
Vladimir Mayakovski’nin Sait Maden çevirisi bu şiir. Ne de güzel anlatıyor gücünü sözcüklerin.
Özdemir İnce 2010 yılında kaleme aldığı Dünya Şiir günü bildirisinde sözcüklerin gücünü kısa bir öykü ile anlatıyordu bizlere. “New York’un Brooklyn Köprüsünde dilenen bir kör dilenci varmış. Köprüden gelip geçenlerden biri adamcağıza günlük gelirinin ne kadar olduğunu sormuş. Dilenci iki dolara zar zor ulaştığını söylemiş. Yabancı bunun üzerine kör dilencinin önünde duran, sakatlığını belirten tabelayı almış, tersini çevirip üzerine bir şeyler yazdıktan sonra dilencinin boyuna asmış ve şöyle demiş: ‘Tabelaya gelirinizi arttıracak bir şeyler yazdım. Bir hafta sonra uğradığımda sonucu söylersiniz bana.’
Dediği gibi bir hafta sonra gelmiş. Kör dilenci: ‘Bayım size nasıl teşekkür etsem azdır. Eskiden en fazla beş dolar veriyorlardı. Şimdi günde on-on beş dolar kadar topluyorum. Olağanüstü bir şey. Tabelaya ne yazdınız da bu kadar sadaka vermelerini sağladınız?’ demiş.
‘Çok basit, diye yanıtlamış adam, tabelanızda ‘Doğuştan Kör’ yazıyordu, onun yerine ‘Bahar geliyor ama ben göremeyeceğim’ diye yazdım.’ “
Konfüçyüs ise “Kelimelerin gücünü anlamadan, insanların gücünü anlayamazsın. Kelimelerin kuvvetini bilmeyen insanlarla esaslı bir konuyu konuşmak mümkün değildir.” Sözleriyle anlatıyordu bizlere sözcüklerin gücünü.
Her şeyin ötesinde olan bir güçtür sözcükler. Bütün sanatlar, sanat eserleri insanlığın hizmetindedir ancak hiçbiri bir sözcüğün yerini tutamaz. Müjdelerin taşıyıcısı sözcüklerdir. Bir millet sözcükleriyle yaşar. Nabzımızın tercümeleridir sözcükler. Beden dili diye bir şeyden bahsedilir devamlı ama düşünmezler beden dili nasıl olur da dilimizden dökülen sözcükleri bastırır diye. Örneğin biz sevgimizi kafamızı kaşıyarak, burnumuzu karıştırarak mı ifade edeceğiz? İşte bu yüzden nimetlerin en büyüğüdür belki de sözcükler.
Sözcüklerin yan yana dizilişiyle oluşturulan tümceler, insan ilişkilerini belirler. Sözcük seçimine dayalı bu belirleme, bazen olumlu, bazen olumsuz bir biçimde ortaya çıkar.
Sözcüklerin en uygun şekilde dizilişi, şiirde “büyü” denen bir elektrik akımını oluşturur. Düzyazıda ise aynı durum, söze vurucu bir nitelik kazandırır. O nedenle, toplumsal ilişkilerde, yazılı ve sözlü anlatımlarda sözcük seçimine özen göstermek önemlidir.
Yunus Emre, sözün gücünü şöyle vurgular:
“Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Bal ile yağ ede bir söz”
Günlük konuşmalarda ya da yazılı anlatımlarda insanlarımız, ne yazık ki, bazen sözün kararını, ayarını kaçırırlar. Bilinçsizce konuşurlar, yazarlar. Çoğu kez, sözün kötüsünü kullanarak, sayısız çam devirirler. Yunus Emre, bu tür kişileri şöyle uyarır:
“Kişi bile söz demini
Demeye sözün kemini (kötüsünü)
Şu cihan cehennemini
Sekiz uçmağ (cennet) ede bir söz”
Sözcük seçimi, sözün pişirilmesi, anlamın işlenip inceltilmesi konusunda Yunus Emre insanları uyarmaya devam ediyor:
“Sözünü bilen kişinin
Yüzünü ak ede bir söz
Sözü pişirip diyenin
İşini sağ (sağlam) ede bir söz”
Şiirde düşle gerçek, sevgi ve aşk, üzünç ve sevinç, korku ve kahramanlık, umut ve umutsuzluk, birbirine sarılarak dans eder. Ölüm ve özgürlük, zulüm ve zafer, birbiriyle çatışır. Yüksek dağların doruklarında, fırtınalı bir karanlığı, şimşekler aydınlatırken, dağların kızıyla yürümeye devam ederiz. Düşler ülkesinde, özgürlüğün dağlarına tırmanırız. Bedenlerimizde ırmak öpüşlü izler bizi arkamızdan adım adım. Arkamızda karanlığın çamurlu yolu... İğne deliğinden sızan bir umudun son temsilcileri olarak, dağların doruklarına doğru durmaksızın yürürken, düşlerden süzülen şiir, duygunun bereketli ovalarında akıp gidiyor.
Dünyanın en güzel dillerinden ve sözcük hazinesi en zengin olanlarından biridir Türkçemiz. Bu nedenledir ki onun daha fazla yozlaştırılmasına izin verilmemelidir. Bizim başka dilimiz ve ülkemiz yok. Dilimize ve sözcüklerimize sahip çıkalım.
Roque Dalton’un bu şiiriyle bitirmek daha uygun olur diye düşünüyorum;
“Som sözcükler istiyoruz
ki dirensin gecenin ortasına
dünyanın yeni rüzgârlarına
sözcükler doğar temellerden
sözcükler doğar bina temellerinden
kaya gibi sert
boyun eğmez sözcükler.
Sözcükler yetmez konuşmaya hazırlık için
bizim tez canlı dünyamızda
ama susuzluğun nedenlerini gösterir,
çığlık,
duyurur "Yeter!" diye açlığı
sömürünün karanlığına karışırken
öfkesinin ışığı.
Sözcükler istiyoruz uyanışın şarkısı için.”