Yeni bir yıla girdiğimiz şu saatlerde yanı başımızda komşu ülke Suriye’de işler yolunda gitmiyor. Alevilerin ve gayri Müslümanların yaşadığı şehirlerini istila, talan ve katliam süreci başlattı cihatçılar.* Terör örgütü listesinde olan sözde liderleri, emir aldığı, biat ettiği bataklık projesinde yerini sağlamlaştırmaya devam ediyor. Dublöre yakın duran başka figüran HTŞ
Törörist lideri Ebu Muhammed Colani ye istediğiniz kadar kostüm giydirin…
HTŞ'nin El-Kaide içerisinden çıkmış olması ve cihatçı ideolojiye dayanması da soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Taliban ile HTŞ arasındaki "ideolojik bağ", ikisinin birbiriyle özdeşleşmesinin nedenlerinden biri.
Ahmet Davutoğlu, geçtiğimiz günlerde "Ruh bakımından Ak Parti'den hiç kopmadım" ve "Ben AK Partili kitlelerden hiç kopmadım, kopmayacağım da" açıklamalarında bulunmuştu. Ne derler. Bedenimi alabilirsin ama ruhu mu asla. Bu yapı ruh ikizidir.
Kasım 2024 itibarıyla Suriye İç Savaşı'ndaki askerî durum aşağıda gibiydi. Parçala böl yönet.
Suriye Arap Cumhuriyeti. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi (Rojava), (SDG) . Suriye Geçici Hükûmeti (SMO). Devrimci Komando Ordusu ve Amerika Birleşik Devletleri Silahlı Kuvvetleri tarafından kontrol ediliyor. Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) tarafından kontrol ediliyor.
Suriye Kurtuluş Hükûmeti (HTŞ) tarafından kontrol ediliyor.
Muhammed El- Baradey’in UAEA’da görev yaptığı dönemde doğrudan temas ettiği konuları hatıra şeklinde ele alması kitabı incelemeye değer kılmaktadır. Kitap kronolojik bir hattı takip ederek nükleer konular kapsamında Irak, Kuzey Kore, Libya, İran üzerindeki gelişmeleri ve Pakistan’da Abdülkadir Han’ın faaliyetlerini konu edinmektedir. Kitap giriş bölümü hariç 13 bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde yazar, çarpıcı bir şekilde 11 Eylül 2001 terör saldırıları sonrası ABD’nin Irak’a yönelttiği suçlamaların tam ortasında Iraklı yetkililerle yaptığı görüşmeyi aktararak kitaba başlamaktadır. Yazarın bu deneyiminin, kitabın genel çerçevesinin küçük bir kesiti olduğunu söyleyebiliriz. Böylece yazar, uluslararası ilişkilerde üstlendiği görevi misal yoluyla okuyucuya aktarmayı tercih etmiştir. Ve bunu kısaca bir sloganla başlangıçta hemen ifade etmiştir: Size yardımcı olabilmemiz için bize yardım edin. Bu bölümde Iraklı yetkililer, delillere dayanmayan iddiaların sahibi ABD-İngiltere ikilisi ile bu iddiaların doğru olup olmadığının kontrolünü yapan ve Baradey’in ifadesiyle ‘uluslararası kamu çıkarı’ adına hareket eden UAEA yetkilileri arasında gerçekleşenleri betimlemektedir. Sonrasında nükleer konusunda kısa bir kavramsal çerçeve çizip dileğinin nükleer silahlardan arınmış bir dünya olduğunu, bunun yolunun diplomasiden geçtiğini, aksi takdirde dünyanın yok olma tehlikesiyle karşı karşıya geleceğini vurgulamıştır.
Birinci bölümde Baradey, Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrasında birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) aldığı kararın doğrultusunda Irak’taki kitle imha silahlarının yok edilmesinde UAEA ve birleşmiş Milletler Özel Komisyonunun (United Nations Special Commission – UNSCOM) aldığı role değinmesinin yanı sıra UAEA’nın yetki ve sorumluluklarını, NPT’nin içeriğinden ve mahiyetinden, NPT çerçevesinde tarafarın üzerine düşen roller gibi nükleer diplomasinin dayandığı temelleri belirtmektedir. Bunlara ilaveten, teknik anlamda nükleer yakıt döngüsüne ve bu döngünün bir dışsallığı olarak NPT çerçevesinde dahi nükleerin barışçıl kullanımının kolaylıkla nükleer silaha dönüşebilmesi riskine dikkat çekmektedir. Nükleer yakıt döngüsünü genel hatlarıyla anlatıp bu döngünün tıp, tarım, enerji ve askerî alanlarda tekniğinin hemen hemen aynı olduğunu tespit ederken bunlar arasındaki tercihi belirlemedeki etkenin devletlerin niyeti olduğunun altını çizmektedir. Ayrıca; UAEA ve UNSCOM’un saha çalışmalarından edindikleri bilgilerin istihbarat örgütleri tarafından elde edilmek istendiğini, o dönemde ABD’nin UNSCOM aracılığıyla UAEA’yı etkisizleştirmeye çalıştığını, bu mücadeleler esnasında suçlamalarla karşılaştığını paylaşmaktadır.
İkinci bölümde Kuzey Kore’de 1992’de uydu görüntüleri neticesinde nükleer tesis gizlendiği şüphesiyle başlayan UAEA denetimlerinden bahsedilmektedir. Bu bölümde Baradey; UAEA’nın çalışma tekniklerine Kuzey Koreli yetkililerinin gösterdiği şaşkınlık gibi yetkililere dair gözlemlemelerini, Kuzey Kore’de nasıl ağırlandığını, BMGK’nin Kuzey Kore hakkında karar almasını, ABD’nin Kuzey Kore ile nasıl olumlu ilişkiler kurabileceğine yönelik önerilerini aktarmaktadır.
Üçüncü bölümde yazar 2002 sonrası gelişmeler ışığında Irak’a tekrar yönelmektedir. UAEA’nın on yıl sonra Irak’a geldiğinde ajansın denetim kabiliyetlerinin daha geliştiğini, ABD’nin yanlış ve dayanakları ispata muhtaç olan kanıtların Irak’ın nükleer faaliyetleri hakkında iddialarda bulunduğunu, ABD’nin ihtiyaç duyduğunda BM organizasyonunu ulusal çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalıştığını belirtmektedir. Irak iddiaları hakkında ABD’li muhataplarıyla temasları sonucunda George W. Bush, Condollezza Rice, Colin Powell, John Bolton gibi Washington çevreleri hakkında gözlemlerini de aktarmaktır. Bu bölümde Baradey’in aldığı görev nedeniyle Irak işgaline ilişkin suçlamalardan çekindiği gözlemlenmektedir. Bu nedenle bu hususlarda detaylara girerek nükleer diplomasinin sorumluluğundan hareketle daha önce UAEA’yı aldatmaya çalışan tutumları nedeniyle Irak’ın kendi güvenilirliğine zarar verdiğini, Iraklı yetkililerin zan altında kalmamaları için uyarılarda bulunduğunu ifade etmektedir. Buna karşın, Baradey etnik kökeni nedeniyle Iraklıların kendilerine ayrıcalıklı davranacağını beklediklerini ve kendisini bağlayabilmek için cazip tekliflerde bulunduklarını hatta şantaj girişimlerine kalkıştığını anlatmaktadır. Dönemin Fransız lideri Jacques Chirac’ın ABD hükûmetine eleştirel yaklaştığını ve Chirac ile beraber Irak hakkındaki istihbarat yalanlarına ilişkin ortak kanaatler paylaştığını belirten Baradey, böylece Irak işgaline ilişkin tutumunu açıklama ihtiyacı hissetmiştir. Dahası, ABD birliklerinin Irak’ı işgal edene kadar UAEA’nın uluslararası kamuoyunun çıkarları temelinde sorumluluklarını yerine getirdiğini ve haksızlığa mâni olmaya çalıştığını, Irak’ın suçlamalar karşısında neden net olmadığına anlam veremediğini de eklemektedir.
Dördüncü bölümde Irak’tan sonra konu tekrar Kuzey Kore’ye gelmektedir. Baradey; 2003 sonrasında ABD ve Kuzey Kore arasında karşılıklı provokas- yonların yapıldığını, Irak’ın aksine Kuzey Kore’nin tepkileri üzerine çekmeye neden olacak açıklamalar yaptığını, Irak hakkındaki iddialarını ispat edeme- mesi nedeniyle ABD’nin bu dönem itibar kaybettiğini, böylece Pyongyang yönetiminin pazarlık gücünün arttığını, ABD’nin bundan istifadeyle UAEA’nı sürece dâhil etmek istemediğini, ABD’nin önce Kuzey Kore’yi teröre destek veren ülke listesine almasını ve daha sonra listeden çıkarmasını, buna mukabil Kuzey Kore’nin nükleer denemeleri gerçekleştirdiğini kaydetmektedir. Kuzey Kore’nin nükleer hırslarının kontrol altına alınması için yaptırımların etkili olmayacağı kanaatini paylaşmaktadır.
Kitapta genel olarak dokuzuncu bölümde odaklanılan İran’a, ilk kez Beşinci bölümde yer verilmektedir. Natanz tesislerindeki nükleer çalışmalarının ortaya çıkması sonrasında UAEA’nın denetim faaliyetlerini, Kaleye Elektrik Fabrikası’ndan alınan numunelerde inkârlara rağmen nükleer izlerin tespit edildiğini, İran siyaset kültüründe takiyenin bir yöntem olduğunu, İran’a ceza yerine ödül yönteminin uygulamasını ABD Başkanı Bush’a tavsiye ettiğini, Irak konusunda İran’ın desteğinin ABD’nin lehine olacağını böylece ilişkilerin yumuşamasına katkı sağlayacağını öngördüğünü bu bölümde işlemektedir.
Baradey, kitabın Altıncı bölümünde Libya’yı ve Yedinci bölümünde Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlığını yeni kazanan ülkelerde başıboş kalan nükleer materyallerin kaçakçılığının yapılmasını ve Abdül Kadir Han’ın bu durumdan istifadeyle gerçekleştirdiği kaçakçılık faaliyetlerini incelemektedir. Libya’nın nükleer planlarını Mayıs 2003’te İngiliz İstihbaratı vasıtasıyla öğrendiğini belirten Baradey, Libya’nın nükleer silah geliştirme çalışmalarında Pakistanlı Abdül Kadir Han’ın rolüne ve nükleer kaçakçılığın dünya gündemine o dönemlerde gelmeye başlandığına değinmektedir. Ona göre Libya’nın nükleer silahsızlanma konusunda gayet açık davranması sayesinde uluslararası toplumun Libya’ya iyimser yaklaştığını, bu tutumun diğer ülkelere örnek teşkil etmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Yazar, Libya’yı tutumundan dolayı tebrik etmekle birlikte bu tutuma karşı o dönemde diğer Arap ülkelerinin rencide edici açıklamalarına ve Libya’nın sahip olduğu nükleer materyallerin ABD’de sergilenmesine, iyi niyetli ülkelerin ulusal gururlarını incitmesi kapsamında itiraz etmektedir.
Sekizinci bölümde Baradey; 2004 yılında UAEA başkanlığının ikinci döneminin sona erdiğini, John Bolton’un kendisinin üçüncü dönem başkanlığına engel olmaya çalıştığını, Bolton’un görüşlerinin tam zıddı bir diplomasi anlayışına sahip olduğunu anlatmaktadır. Baradey, üçüncü kez başkanlığı için adaylığını ilan ettiğinde; Mısır’a uluslararası diplomatik çevrelerde ayrıcalıklı davrandığı suçlamalarından, Irak’taki çalışmalarına karşılık olarak İsviçre’de gizli banka hesaplarının olduğu iddiası gibi karalama kampanyalarına maruz kalmasından yakınmaktadır. Baradey’e göre; John Bolton ABD’nin BM temsilcisi olarak atandığında ABD Dışişleri Bakanlığındaki görevine son verilmesiyle üçüncü dönem UAEA Başkanı olması önündeki engeller kalkmıştır. 2005’te Nobel Barış Ödülü’nü kazanınca, bu durumun UAEA’nın imajına katkı sağladığını belirtirken ödülün kendisine yapılan karalama ve suçlamalara karşı da bir koruma kalkanı vazifesi gördüğünü de paylaşmaktadır. Ayrıca bu bölümde UAEA’nın kapasitesinin gelişmesi için uydu sahibi olmasını, kendi laboratuvarlarını kurmasını, füzyon parçacığı izleme yollarının ilerletilmesini tavsiye etmektedir.
Baradey, kitabın dokuzuncu bölümden itibaren İran nükleer programına odaklanarak sonuç bölümüne kadar İran ekseninde yaşanan gelişmeleri mercek altına almayı sürdürmüştür. Nükleer diplomaside kültürün karar süreçlerine etkisini, İran’ın yönetici eliti ve dönemin ABD hükûmetinde etkin olan Yeni Muhafazakârların zihniyetlerini örnek göstererek açıklamaktadır. Yazar, Kuzey Kore ile İran’ı kıyaslayarak NPT’den ayrılmış, açık bir şekilde nükleer testler gerçekleştirdiğini ilan eden Kuzey Kore’ye, NPT’ye taraf olan ve nükleer silah gerçekleştirdiği UAEA tarafından kanıtlanmamış olan İran’a daha sert yaptırımlar uygulanmasını tenkit etmektedir.
Baradey, nükleer doğrulama çalışmaları bağlamında ülkelerin nükleer programlarının bilgi sahibi olmak, kapasite sahibi olmak ve niyet sahibi olmak üzere toplam üç saç ayağından meydana geldiğini aktarmaktadır. Bu çerçevede UAEA’nın ilk iki hususla ilgilenebildiğini ancak niyet sorgulamak gibi bir görevi olmadığını vurgulamaktadır. Bunu belirterek UAEA ve kendisine yönelen suçlamalar için de ön almaya çalışmaktadır. Güney Kore’de 2004 yılında uranyum zenginleştirme işlemlerinin yapılmasına ABD’nin tepki göstermemesini, İsrail’in Irak Osirak tesislerini ve Suriye’nin Deyr ez-Zor’daki tesislerini bombalamasını bir uluslararası hukuk ihlali olarak gördüğünü belirtmesinin yanı sıra Baradey, bu ihlallere Batı ülkelerinin tepki göstermemesini de eleştirmektedir.
2007 yılında İran’a yaptırımlar içeren 1747 sayılı BMGK kararının yürürlüğe girmesi hakkında Baradey, İran’ın nükleer konusunda artık ciddi bir bilgi birikimi olduğunun altını çizmektedir. Böylece uygulanan yaptırımların İran’ın nükleer kabiliyetlerine pek de zarar vermeyeceğini düşünmektedir. Ayrıca, İran nükleer programının geleceği hakkında dört senaryo tasarlamıştır. Bunlardan ilki İran’ın kendi kendine çalışmalarını durdurması, ikincisi NPT çerçevesinde nükleerin barışçıl kullanımına ve UAEA’nın denetimlerine devam etmesi, üçüncüsü denetimlere müsaade etmeyip nükleer diplomasiden çekilmesi, son senaryo da Batılı güçlerin İran’a karşı güç kullanmasıdır. Baradey’e göre en iyi çözüm ikinci senaryodur.
Yakın tarihimizde Aldatma Çağı (2)
Geçen haftaki yazıyla ilgili birçok dostum ve arkadaşım yazdıklarımı çarpıcı bulduklarını konuyla ilgili araştırma yapanlar haklı gerekçeler sunan Dezenformasyon Bildirim Servisi bu konuyu manipüle ederek algıyı başka yöne çekmeye çalışmakta.
Dezenformasyon Bildirim Servisi aslında bunu nasıl servis ettiklerine bakarsak şunu göreceğiz. Oysaki yazım incelenirse… Bazı sosyal medya hesaplarından paylaşılan “Cumhurbaşkanı Erdoğan Yahudi Üstün Cesaret Madalyası aldı” iddiası hileli yönlendirme. Yıllardır dolaşımda olan ve İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarıyla tekrar gündeme gelen iddiaya dayanak gösterilen görüntülerle ilgili açıkça hileli yönlendirme yapılmaktadır. İftira ve İnkârla Mücadele Birliği (Anti-Defamation League - ADL) tarafından verilen “Umursama Cesaret Ödülü”, Holokost (Yahudi Soykırımı) sırasında Yahudilerin kurtarıcılarını onurlandırmak için verilen bir ödüldür. Dolayısıyla 2005 yılında bu ödülün takdimi, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsına değil, Holokost sürecinde (1933-1945) bazı Yahudileri soykırımdan kurtaran Türk diplomatlar adına yapılmıştır. 2014 yılında da tartışmaya konu olan görüntülerle ilgili Türk basınına konuşan ADL yetkilileri, “Biz bu takdir plaketini Başbakana teslim ettik; ama bu onurluk aslında bugün hayatta olmayan Türk diplomatların anısına verildi.” açıklamasında bulunmuştur. Ödüle 2011 yılında, 2. Dünya Savaşı sırasında asker olan Polonyalı diplomat Jan Karski’nin adı verilmiştir.**
Bu ve buna eş değer ödüller daha önce verilmiştir.
Holokost sırasında Avrupa’nın çeşitli kentlerinde Büyükelçi olarak çalışan ve kendilerine başvuruda bulunan Osmanlı Yahudilerine Türk Pasaportu vererek Holokost’tan kurtulmalarını sağlayan Türk diplomatlarının sayısı bir hayli fazladır. Yakın zamanda Türk Schindler’leri[3] olarak anılan bu diplomatların, görev yerleri ve görev süreleri şöyledir:
Selahattin Ülkümen, Rodos Konsolosu (1943-1944); Necdet Kent, Marsilya Konsolosu (1942-1945); Behiç Erkin, Vichy Büyükelçisi (1940-1943); Saffet Arıkan, Berlin Büyükelçisi (1942-1944); İ. Cemal Özkaya, Atina Başkonsolosu (1940-1945); Firuzan Selçuk, Belgrad Konsolosu (1939-1941); Galip Evren, Hamburg Konsolosu (1942-1944); Fuat Aktan, Köstence Başkonsolosu (1937-1942); R. Rauf Arman, Köstence Başkonsolosu (1942-1945), Cevdet Dülger, Paris Başkonsolosu (1939-1942); N. Kemal Yolga, Paris Başkonsolos Muavini (1942-1945); Numan Menemencioğlu, Dışişleri Bakanı (1942-1944), P. Şevki Kantemir, Budapeşte Konsolosu (1939-1942); Abdülhalat Birden, Budapeşte Konsolosu (1942-1944); Kudret Erbey, Hamburg Başkonsolosu (1938-1942); Bedii Arbel, Marsilya Başkonsolosu (1940-1943); M. Fuat Carım, Marsilya Başkonsolosu (1943-1945); İrfan Sabit Akça, Prag Konsolosu (1938-1939); Burhan Işın, Varna Konsolosu (1942-1946).
Bu on dokuz Türk diplomat arasında Selahattin Ülkümen’in yeri ayrıdır. Ülkümen, 12 Aralık 1989 tarihinde Kudüs’te bulunan Yad Vashem Dünya Holokost Anma Merkezi tarafından, kendi hayatını riske atarak Yahudileri Holokost’tan kurtaran insanlara verilen, Righthous Among People (Uluslararası Dürüst İnsan) nişanı ile ödüllendirimiştir.***
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı 2001 yılında Namık Kemal Yolga, Necdet Kent ve Selahattin Ülkümen'e İkinci Dünya Savaşı'nda Türk Yahudileri Nazi soykırımından kurtarmaları sebebiyle ‘‘Üstün Hizmet Madalyası’’ verir. Buna ek olarak, İspanyol Yahudileri Sefarad’ların 1492 yılında Osmanlı İmparatorluğu’na davet edilmelerinin beşyüzüncü yılı olan 1992’de kurulan 500. Yıl Vakfı tarafından Necdet Kent ile Paris Büyükelçisi Behiç Erkin ve Paris Konsolos Vekili Namık Kemal Yolga’ya Yüksek Hizmet Madalyası verilmiştir.
*https://www.bbc.com/turkce/haberler/2013/03/130314_suriye_alevileri_1
**https://dbs.iletisim.gov.tr/hakikat/683
***https://www.yadvashem.org/righteous/stories/ulkumen.html