Prof. Dr. Bilal SAMBUR - Akademisyen - Araştırmacı - Yazar
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Bilal SAMBUR - Akademisyen - Araştırmacı - Yazar
 

AHLAKSIZLIK OLARAK KORKU VE KORKUTMA

Korku, insanın çok doğal bir duygusu ve eğilimidir. İnsan, yılandan, ateşten, bombalardan, silahlardan korkabilir. Bireyin doğal ve yapay tehlikelerden korkması, doğaldır, gereklidir ve yararlıdır. Ateşli silahlardan, yabani hayvanlardan, ateşten ve diğer tehlikelerden korkma sayesinde, insan kendini koruyacak   gerekli tedbirleri alabilir. Asıl tehlikeli olan, bireyin insan ve tabiat üstü ve ötesi güçler adına korkutulmasıdır. İnsan ve tabiat üstü ve ötesi güçler adına korkutmanın amacı, korkuyu, insanın kalbine ve ruhuna derinliğine sindirmektir. Korkunun derinliğine sindirildiği ruhlar, hayat coşkularını kaybederler, itaat ve biat eden köleleştirilmiş ruhlar haline gelirler. İnsan ve doğa üstü ve ötesi güçler adına insanın korkutulması, insanı ahlaklı yapmamakta ve maneviyatını   güçlendirmemektedir. Korku ve korkutma yoluyla insana empoze edilen inançların, kuralların, ritüellerin ve uygulamaların, insanın kalbinde ve ruhunda hiçbir karşılığı ve yeri bulunmamaktadır. Korku ve korkutmanın eğitim, din ve ahlak adına dayatıldığı kültürlerde, korku ve korkutma, kalblerde ve ruhlarda kökleşmekte, kalıcılaşmakta ve kurumsallaşmaktadır. Eğitimin, dinin ve ahlakın korku ve korkutma yoluyla dayatıldığı toplumlarda ve kültürlerde, cehalet, ahlaksızlık ve ruhsuzluk gelişmekte, genişlemekte ve yaygınlaşmaktadır. İnsan ve doğa üstü ve ötesi güçler ve otoriteler adına emirler ve yasaklar koyan, insanlara ne yapıp yapmayacaklarını buyuran kişiler, kaynaklar ve kurumlar, aslında, kendi güçlerini   insanlara dayatmakta ve insanları kendilerine bağımlı yapmayı amaçlamaktadırlar. Tanrı korkusu, cehennem korkusu, cezalandırılma korkusu gibi söylemlerle, insanın ahlaklı olması, huzura kavuşması ve mutlu olması mümkün değildir. İnsanın iç dünyasında duygularını, düşüncelerini ve düşlerini, akılla, bilimle, sanatla, edebiyatla, felsefeyle geliştirmesi, güçlendirmesi ve genişletmesi suretiyle ahlak ve maneviyat sahibi incelikli, düşünceli ve duyarlı bir varlığa dönüşmesi mümkündür. Bütün ahlaksızlıkların ve ürümüşlüklerin temelinde korku ve korkutma kültürü vardır. Bireyin kendisini, doğayı ve dünyayı korkulu bakışlarla ve perspektiflerle görmesi, kişinin kendisiyle, insanlarla ve doğayla sağlıklı, verimli ve olgun ilişkiler kurmamasına neden olmaktadır. Ahlaklı, akıllı ve adil bir hayatı sürebilmek için insanların, inançlarını, doğmalarını, yaşam tarzlarını değiştirme ve yenileme kapasitesine ve donanımına sahip olmaları lazımdır.  Zihin dünyalarında, inanç ve kimliklerinde, ilgi ve ilişkilerinde değişim yapma cesareti ve olgunluğu göstermeyenlerin, ahlaki, felsefi, bilimsel, manevi, sanatsal ve insani bir gelişim ve olgunlaşma göstermeleri mümkün değildir. Ahlakın kaynağı, değişmez güçler, kaynaklar ve kalıblar değildir.  Ahlakın kaynağı, insan aklı ve hayattır. İnsan, canlı ve dinamik bir dünyada aklını kullanarak daha iyi, yapıcı, yaratıcı ve üretken bir insan olmanın yollarını bulabilir ve kendini varoluşsal olarak geliştirebilir. Doğmalar ve kimlikler adına yapılan korkutmalar, insanı varoluşsal çürütmektedir. Ahlaklı ve akıllı bireyler olmak için, doğmaların ve kimliklerin oluşturduğu karanlık mağaralardan çıkılmalıdır. Eğitimin, ahlakın ve bilimin amacı, insanın kendisini kendi içinde ve doğada bulmasıdır ve geliştirmesidir. Hayatın amacı, insanın varoluşunu gerçekleştirmesidir. İnsanın kendi içinde veya üstünde daha üst hakikatler veya güçler bulacağı şeklindeki anlayışın hiçbir gerçekliği ve gerekliliği bulunmaktadır. İnsan, kendini kendi içinde ve doğada gerçekleştirmenin girişimcisi olmalıdır. Eğitimin, maneviyatın ve kültürün merkezinde korku değil, sevgi yer almalıdır. Sevgi yerine korkuyu yerleştiren ve dayatan bir kültür, felsefe, edebiyat, bilim, akıl, siyaset, ekonomi alanlarında gelişemez. Akılın yolu, sevgidir. Felsefe, bilgiye ve bilgeliğe duyulan sevgidir. Sanat, güzelliğe duyulan sevgidir. İnsanı korkutarak onu hayali güçlere   köle yapan kültürler, doğmatizmler ve kimlikler, insanları utanmaz, onursuz, kaba, kirli ve karanlık hale getirmektedir. Bizden her şeyimizi alan korku, insanı silikleştirmekte, atalete ve gaflete düşürmekte, kırılgan, savrulan ve savurgan konuma yerleştirmekte, insanlıktan ve doğadan uzaklaştırmaktadır. Bize kendimizi bulmamızı sağlayan, bizi aktif bir şekilde ortaya çıkaran, atalete ve cehalete karşı uyaran ve uyandıran, tehlikelere ve tehditlere karşı bizi dayanıklı kılan, insanlığa ve doğaya yakın kılan tek şey, sevgi ve sevgi kültürüdür.
Ekleme Tarihi: 17 Eylül 2024 - Salı

AHLAKSIZLIK OLARAK KORKU VE KORKUTMA

Korku, insanın çok doğal bir duygusu ve eğilimidir. İnsan, yılandan, ateşten, bombalardan, silahlardan korkabilir. Bireyin doğal ve yapay tehlikelerden korkması, doğaldır, gereklidir ve yararlıdır. Ateşli silahlardan, yabani hayvanlardan, ateşten ve diğer tehlikelerden korkma sayesinde, insan kendini koruyacak   gerekli tedbirleri alabilir. Asıl tehlikeli olan, bireyin insan ve tabiat üstü ve ötesi güçler adına korkutulmasıdır. İnsan ve tabiat üstü ve ötesi güçler adına korkutmanın amacı, korkuyu, insanın kalbine ve ruhuna derinliğine sindirmektir. Korkunun derinliğine sindirildiği ruhlar, hayat coşkularını kaybederler, itaat ve biat eden köleleştirilmiş ruhlar haline gelirler.

İnsan ve doğa üstü ve ötesi güçler adına insanın korkutulması, insanı ahlaklı yapmamakta ve maneviyatını   güçlendirmemektedir. Korku ve korkutma yoluyla insana empoze edilen inançların, kuralların, ritüellerin ve uygulamaların, insanın kalbinde ve ruhunda hiçbir karşılığı ve yeri bulunmamaktadır. Korku ve korkutmanın eğitim, din ve ahlak adına dayatıldığı kültürlerde, korku ve korkutma, kalblerde ve ruhlarda kökleşmekte, kalıcılaşmakta ve kurumsallaşmaktadır. Eğitimin, dinin ve ahlakın korku ve korkutma yoluyla dayatıldığı toplumlarda ve kültürlerde, cehalet, ahlaksızlık ve ruhsuzluk gelişmekte, genişlemekte ve yaygınlaşmaktadır.

İnsan ve doğa üstü ve ötesi güçler ve otoriteler adına emirler ve yasaklar koyan, insanlara ne yapıp yapmayacaklarını buyuran kişiler, kaynaklar ve kurumlar, aslında, kendi güçlerini   insanlara dayatmakta ve insanları kendilerine bağımlı yapmayı amaçlamaktadırlar. Tanrı korkusu, cehennem korkusu, cezalandırılma korkusu gibi söylemlerle, insanın ahlaklı olması, huzura kavuşması ve mutlu olması mümkün değildir. İnsanın iç dünyasında duygularını, düşüncelerini ve düşlerini, akılla, bilimle, sanatla, edebiyatla, felsefeyle geliştirmesi, güçlendirmesi ve genişletmesi suretiyle ahlak ve maneviyat sahibi incelikli, düşünceli ve duyarlı bir varlığa dönüşmesi mümkündür. Bütün ahlaksızlıkların ve ürümüşlüklerin temelinde korku ve korkutma kültürü vardır. Bireyin kendisini, doğayı ve dünyayı korkulu bakışlarla ve perspektiflerle görmesi, kişinin kendisiyle, insanlarla ve doğayla sağlıklı, verimli ve olgun ilişkiler kurmamasına neden olmaktadır.

Ahlaklı, akıllı ve adil bir hayatı sürebilmek için insanların, inançlarını, doğmalarını, yaşam tarzlarını değiştirme ve yenileme kapasitesine ve donanımına sahip olmaları lazımdır.  Zihin dünyalarında, inanç ve kimliklerinde, ilgi ve ilişkilerinde değişim yapma cesareti ve olgunluğu göstermeyenlerin, ahlaki, felsefi, bilimsel, manevi, sanatsal ve insani bir gelişim ve olgunlaşma göstermeleri mümkün değildir. Ahlakın kaynağı, değişmez güçler, kaynaklar ve kalıblar değildir.  Ahlakın kaynağı, insan aklı ve hayattır. İnsan, canlı ve dinamik bir dünyada aklını kullanarak daha iyi, yapıcı, yaratıcı ve üretken bir insan olmanın yollarını bulabilir ve kendini varoluşsal olarak geliştirebilir. Doğmalar ve kimlikler adına yapılan korkutmalar, insanı varoluşsal çürütmektedir. Ahlaklı ve akıllı bireyler olmak için, doğmaların ve kimliklerin oluşturduğu karanlık mağaralardan çıkılmalıdır.

Eğitimin, ahlakın ve bilimin amacı, insanın kendisini kendi içinde ve doğada bulmasıdır ve geliştirmesidir. Hayatın amacı, insanın varoluşunu gerçekleştirmesidir. İnsanın kendi içinde veya üstünde daha üst hakikatler veya güçler bulacağı şeklindeki anlayışın hiçbir gerçekliği ve gerekliliği bulunmaktadır. İnsan, kendini kendi içinde ve doğada gerçekleştirmenin girişimcisi olmalıdır.

Eğitimin, maneviyatın ve kültürün merkezinde korku değil, sevgi yer almalıdır. Sevgi yerine korkuyu yerleştiren ve dayatan bir kültür, felsefe, edebiyat, bilim, akıl, siyaset, ekonomi alanlarında gelişemez. Akılın yolu, sevgidir. Felsefe, bilgiye ve bilgeliğe duyulan sevgidir. Sanat, güzelliğe duyulan sevgidir. İnsanı korkutarak onu hayali güçlere   köle yapan kültürler, doğmatizmler ve kimlikler, insanları utanmaz, onursuz, kaba, kirli ve karanlık hale getirmektedir. Bizden her şeyimizi alan korku, insanı silikleştirmekte, atalete ve gaflete düşürmekte, kırılgan, savrulan ve savurgan konuma yerleştirmekte, insanlıktan ve doğadan uzaklaştırmaktadır. Bize kendimizi bulmamızı sağlayan, bizi aktif bir şekilde ortaya çıkaran, atalete ve cehalete karşı uyaran ve uyandıran, tehlikelere ve tehditlere karşı bizi dayanıklı kılan, insanlığa ve doğaya yakın kılan tek şey, sevgi ve sevgi kültürüdür.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.