İskandinav ülkelerinde yaşayan insanların ataları olan Vikingler, savaşçılıkları ve iyi denizci olmalarıyla tanınıyorlar.
Tarih sahnesine 8. Yüzyıldan itibaren “Viking Çağı” denilen dönemde çıkmışlar. O dönemlerde kuzey ülkeleri henüz Hristiyanlığı kabul etmemişti, pagan tanrılarına inanıyorlardı. Diğer memleketlere seferler düzenleyip yağmacılık yapıyorlardı. Erkekleri çok kadınla evlendiği için bu seferlerde kız kaçırma olayları çok oluyordu. Kendilerine eş olarak daha çok Britanya adalarından kaçırdıkları kadınları seçiyorlardı.
NORMANDİYA
Bunun yanı sıra her türlü ticaretin yanı sıra önemli ölçüde köle ticareti de yapmaktaydılar. Seine ırmağı boyunca ilerleyip Paris’e saldırmaya başladıklarında, Fransız kralı bu saldırılardan kurtulmak için onlara Normandiya bölgesinde yerleşme izni verdi. (885 yılı)
Bazıları onlara Norsemen veya Northmen diyordu, kuzeyli anlamında. Fransa’da yerleştikleri bölge de onlardan dolayı Normandiya ismini aldı. Papalık Fransa Kralı’na pagan bir millete yer verdiği için kızsa da zamanla bu kuzeyliler Fransızlara karışıp, Hristiyan oldu, Fransızca konuşmaya başladı.
Atlantik boyunca güneye ilerleyip Cebel-i Tarık boğazından içeri girip Akdeniz kıyılarını da yağmaladılar. Britanya adalarından getirdikleri köleleri, Endülüs devletindeki zenginlere satıyorlardı. Bu da onların barbar olarak görülmelerine yol açıyordu.
BİZANS
Bazıları ırmaklar yoluyla Karadeniz’e gelmiş oradan Bizans sarayının emrine girmişti. Constantinople’de paralı askerlik yapan Vikinglere “Varangian guards- Vareg Muhafızları” deniyordu. Bu duruma bazen kendi memleketlerinde yasak geliyor, başka memleketler hesabına paralı askerlik yapanlara ülkelerinde mirastan pay verilmeyeceği söyleniyordu.
BİLGE AUD
9. yüzyılda, Norveçli bir kumandanın kızı olan Aud, meşhur savaşçı Olaf ile evlenmişti. Yapılan akınlarda Olaf o zaman küçük bir yerleşim yeri olan Dublin’i ele geçirdi ve kendisini Dublin Kralı ilan etti. Olaf savaşta ölünce eşi Aud, oğlu Thornstein ile İskoçya’ya yerleşti, Thornstein da babası gibi savaşçıydı, ancak o da öldü. Aud çok zengin ve akıllı bir kadındı. Nedense oradan ayrılmayı aklına koydu, gizlice gemiler yaptırıp, İzlanda’ya gitti. Hristiyan olmuştu. İzlanda’da, Avrupa’dan gelenler için ilk yerleşim bölgelerini kurdu. Oraya bir de kilise yaptırdı. Çok bilge ve otoriter bir kadın olduğu için tarihe Aud the Deep Minded (Derin Düşünen) diye geçti.
EİRİC THORVALDSON (Erik the Red)
Kızıl saçlı sakallı bir genç olan Erik, Norveç’d3e 950 yılında doğmuş. Babası kavgacı olduğu için bir kavgada adam öldürmüş. Orada kan davası başlamış. Bu işin uzamaması için Norveç’ten ayrılıp, İzlanda’ya gitmeye karar vermişler. İzlanda bilindiği gibi buzlarla kaplı kayalık bir yer. Yerleşecek tarım yapılacak fazla bir yer yok. Ama aile mecburen oraya gidip kendi çiftliklerini kurmuş. O sıralarda Eric on yaşlarındaymış. İzlanda’da büyümüş, orada evlenmiş, biri kız dört çocuğu olmuş.
Bir gün köleleri arazide çalışırken toprak kayması olmuş. Komsu çiftlikle aralarında kavga çıkmış, onlar köleleri öldürmüş Erik de karşı taraftan birkaç kişiyi.
Kendi lisanlarında Thing denilen bir mahkeme toplanmış, Erik’e üç sene sürgün cezası vermişler. (Anladığım kadarıyla adam öldürme o kadar önemli değil ama kan davası olsun istemiyorlar, katilleri sürgüne yolluyorlar.)
Erik mecburen Batı’ya doğru yola çıkmış, Bugün Trump’ın pek istediği Grönland’ e varmış. Esasında Grönland’a (Greenland) bu ismi veren de Erik’miş.
Burası da kar buzla kaplı kayalık, bazı yerleri buzul olan bir yermiş. Tarım yapılacak alan İzlanda’da olduğu gibi burada da çok sınırlıymış.
Gel zaman git zaman, Erik üç senesini doldurmuş, baharda yola çıkıp İzlanda’ya gitmiş. Amacı oradan adam toplayıp yeni memleketini kalkındırmakmış. Malum İzlanda’nın ismi (İceland) buzlar ülkesi demek, diğer ada da buzla kaplı dese kimse gelmeyecek, memleketi Greenland (yeşil yer) götürmek için biraz reklam yapmış. Başarıyla 25 gemi dolduracak insan toplamış. Bunlar takriben 300- 400 kişi kadarmış. Yanlarına hayvanlarını alet ve edevatlarını almışlar, 985 yılında yola çıkmışlar.
Ancak şimdiki denizcilik aletleri yok, hava soğuk, sisli, denizde buz kitleleri, kayalıklar var. Deniz feneri gibi bir yol gösterici yok. Fırtınalarda bazı gemiler batmış Grönland’a 14 gemiyle varmışlar.
Burada Eskimolar da olduğu için zaman zaman sorunlar çıkıyormuş. Kışları çok zor geçiyormuş. Kayalardan yaptıkları evleri, toprak toprağın üzerini de bitki örtüsüyle kaplayarak soğuktan koruyorlarmış. Bunlar daha çok bir ailenin yaşayacağı ev değil de çok sayıda insanın barınacağı dikdörtgen şeklinde büyük yapılarmış.
Hayvanlar için de aynı tarz barınaklar inşa etmişler. Hayvanları bütün kış dışarı çıkmadığı için bahar geldiğinde yürüyemeyecek kadar bitkin düşüyormuş. (Acaba nasıl besliyorlardı hayvanlarını?)
Kendileri daha çok ya geyik avlıyor ya da su ürünleriyle besleniyordu. Balık boldu. Fok balıkları, deniz aygırı denen (İngilizce ismi Walrus olan) su memelileri vardı.
O sırada Avrupalılar henüz Afrika’ya gidip filleri katletmiyordu. Vikingler, Walrusları (deniz aygırlarını) öldürüp, etinden faydalanıp, uzun dişlerini de fildişi gibi Avrupa ülkelerine götürüp satıyordu. Bunlar çok kıymetli olduğu için bu işten zengin oldular. Walrus dişinden süs eşyaları, heykelcikler yapılıyordu.
BJARNİ
986 yılında Vikinglerden Bjarni isimli birisi, İzlanda’dan yola çıkıp Grönland’a gelmek isterken, fırtınaya tutulup Grönland’a varamamış, kendisini Kanada kıyılarında bulmuş. Hava düzelip, sis açılınca buranın yeşillik güzel bir yer olduğunu görmüşler. (Bu sefer gerçekten yeşillik) Ama kıyıya çıkmak istemeyip geri Grönland’a dönmüşler. Orada, neresi olduğunu bilmedikleri bu yeni memleketi herkese anlatmışlar.
LEİF ERİCSON
Erik’in büyük oğlu Leif bu hikâyeyi duyunca hemen kendisi keşfe gitmek istemiş bu güzel ülkeyi. Bjarni’nin gemisini satın almış, kendisiyle birlikte gelecek gemicileri toplamış ve yola çıkmış. Yalnız o Bjarni gibi hemen güzel yeşil yerlere varamamış, ilk yanaştıkları yer Kanada’nın kuzeyinde kayalık soğuk bir yermiş, buraya yassı kayalar anlamına gelen Helluland demişler. Oraya inmeye gerek görmeyip güneye doğru devam etmişler.
Ağaçlık bir yer bulunca oraya ormanlık alan anlamında Markland demişler (Bugünkü Labrador bölgesi)
Grönland’da fazla ağaç bulunmadığı için orman onlar için çok önemliydi. Kışı burada geçirip bahara topladıkları odunlar ve yiyecek maddeleriyle geri dönmüşler.
Her sene gelip gitmeye başlamışlar, kıyı boyunca güneye ilerleyip çeşitli yerler keşfetmişler. Tam olarak nerede keşfettiklerini bilmiyoruz ama bir yerde yabani üzüm görüp çok sevinmişler bu yeni memlekete Vinland- Şarap memleketi demişler.
Bu yeni ülkeye doğru yola çıkacakları zaman Leif babası Erik’in de gelmesini istemiş. Erik artık yaşlandığını gelemeyeceğini söylemiş. Leif ısrar etmiş. Erik atına binip, limana doğru giderken at tökezlemiş düşmüş. Bunun üzerine “bu hayra alamet değil, ben burada kalacağım benim memleketim Grönland, artık benim keşif yapma yaşım geçti” demiş.
Bu arada Grönland’a Norveç’ten İzlanda’dan diğer ülkelerden yeni gelenler oluyormuş. Ancak 1002 yılında gelenler beraberlerinde bir salgın hastalık getirmiş, bu hastalık çok kişiyle birlikte Erik’i de götürmüş.
Babası ölünce Grönland’daki Vikinglerin başına Leif geçmiş bir daha Kanada’ya gitmemiş.
Leif Ericson, Kristof Kolomb’dan beş yüz yıl önce Amerika kıyısına çıkan ilk Avrupalı sayılıyor.
L’ Anse aux Meadows
Diğer kardeşleri ve başka Vikingler kaç sene daha Kanada’ya gelip gittiler, niye tümden yerleşmediler, en son ne zaman geldiler bilinmiyor. Ancak 1960 yılında New Foundland eyaletinde L’ Anse aux Meadows adı verilen bir yerde, Viking yerleşim merkezi bulunmuş. Bugün orası aslına uygun yeniden yapılandırılmış, ziyarete açılmış.