İyiye doğru bir arpa boyu yol gidilemezken, kötülük şaha kalktı...
Ders kitaplarına konu olacak bir örgütlü kötülük, yeni doğan çetesiyle henüz sarsılmışken, sağlıkta yeni skandallarla sallanmaya devam ediyoruz.
Ama nasıl refleksiziz.
Nasıl tepkisiz.
Hani, sosyal medyada yükseltilen ses de olmazsa, neredeyse suskunuz...
Şüphesiz ki, yönetim ve sistemler birincil derecede sorumludur. Ancak, çuvaldız orayaysa, iğne de bize olmak zorunda.
Zira; bahse konu yönetimsel sistemlerin kontrol mekanizması da; karşı muhalefet ve halktır.
Hep mi muhalefet, hep mi halk kusurlu, egemenlere lafın yok mu diyenler oluyor.
Üstümüze ölü toprağı serpilmiş gibi; her olanı kabullenip, her şeyi normalleştirerek, suskunlukla bu gidişatın mimarı biraz da bizleriz, demeyelim mi?..
Yıllardır; egemenler aynıysa, karşısında ki; halkta, muhalifler de aynı. Bu durumda suçun yarısı da bizde, demeyelim mi?..
Başarılı bir muhalefet yapamamışsın demek ki, ve sevgili halk, verememişsin etkili bir tepki demeyelim mi?
Tünelden sonra ki son ışık, son seçim sonuçlarını; normalleşme diye diye heba ettiniz, demeyelim mi?
Demeyelim mi; yine egemenlerin algı oyununa geldiniz.
Bakınız...
Hannah Arendt; “Siyasette Yalan”, Kitabında şu cümlelere yer vermiş.
“Hedef artık küçük düşürücü bir yenilgiden kaçmak değil, bu yenilgiyi kabul etmekten kaçmanın yollarını ve araçlarını bulup “görüntüyü kurtarmak” haline gelmişti.”
Hala normalleşmede ısrar ediliyorsa, bu egemenlerin kendi görüntüsünü kurtarma çabası olduğunu görmemekte de ısrardır, demeyelim mi?..
Para için bebekler öldürüldü. Daha ötesi var mı?
Bu muhalefet, bu halk ne zaman, “Yeter” Diye haykıracak, demeyelim mi?..
Bırakın muhalefeti, eğer bir halk; tüm ideoloji ve siyasetten, politikacılardan azade, bebekler işkence ile öldürülürken eylemsellik gösteremiyorsa, derim ben kardeşim, derim. Suçun yarısı onlarınsa, yarısı da bizim.
Bir kurtarıcı beklemeyin, kurtarıcı sensin. Artık silkelenin, derim.