1978 yılı Aralık ayında yaşanan Maraş katliamı sonrası ülkede sıkıyönetim ilan edilmiş, birçok ilde gece saat 23 ile sabah 06 saatleri arasında gece sokağa çıkma yasağı uygulanıyordu.
“Aslında ülkede bir oyun oynanıyordu. 12 Eylül darbesinin ayak sesleri gün be gün hayatın her alanında hissediliyordu. Darbenin taşları bir bir yollara dizilmeye başlamış, uygulama taktikleri yapılıyordu. Nihayet 12 Eylül 1980 Cuma günü darbe yapılmış, Türkiye derin bir karanlığa gömülmüştü.”
Ekim 1979
İşten çıktığımda akşam Saat 21.00 civarıydı. Yasakların başlamasına daha iki saat vardı. Hızlı adımlarla yürüyerek Kızılay’da, Seyranbağları otobüs durağına geldiğimde saat 21.30’u gösteriyordu. Aslında eve yürüyerekte gidebilirdim. Lakin çok yorulmuş ve yürümek istemiyordum. Sokağa çıkma yasağına takılmadan eve varabilmem için daha bir buçuk saatim vardı. Nasılsa yasaklar başlamadan eve ulaşabilirim, diye düşünüyordum. İşin kötüsü, sokağa çıkma yasağından dolayı araç bulmak hayli zordu. Yolcusunu alan araç durağa bir daha geri dönmüyordu.
Uzun bir beklemenin sonunda, son arabaya binebilmiştim. Eve geldiğimde saat 22.55 olmuştu. Beş dakika ile sokağa çıkma yasağına muhalefetten kurtulmuştum.
Annemin benim için ayırdığı yemek masanın üzerindeydi. Her zaman olduğu gibi biraz söylendi erken gel diye. Gece işimi olur oğlum? Gündüzlere kıran mı gelmiş, diye söylenmeye devam ediyordu annem. Maaile yaşıyorduk. Herkes yatmış, annemle ben ayaktaydım. Yemek için masaya oturmak üzereyken!
Müstakil tek katlı (gecekondu) evimizin kapısı, tak tak çalınmaya başladığında, annem bana baktı ben anneme! İkimizde irkildik. Bu saatte kapıyı kim çalardı?
Annem bana döndü, oğlum seni mi takip ettiler yoksa?
Ne takibi anne ben otobüsle geldim.
Niye beni takip etsinler demeye kalmadı, kapıyı tekmeyle vurmaya başladılar. Açın kapıyı polis, polis sesleri gecenin sessizliğinde, Ankara şehrinin üzerinde yankılanıyordu.
Rahmetli annem, oğlum sen içeri git ben açarım kapıyı dese de annemi yalnız bırakamazdım. Kapıyı birlikte açtık. Kapı açılır açılmaz, bir yığın polis ve asker silahlarıyla içeri hücum etti. Biz şoku yaşarken ortaokul birinci sınıfa giden kız kardeşimi sordular.
Annem benden korkarken, onlarca resmi kıyafetli adam, Ortaokul birinci sınıfa giden on üç yaşındaki kız kardeşim için baskına uğramıştık. Dilimiz tutulmuş, damağımız kurumuştu. Daldılar evin içine. Adeta bir örgüt, hücre evi edasıyla evi talana giriştiler.
Annem bayıldı bayılacak. Koca koca adamlar 13 yaşındaki çocuğu aldılar. Annem o daha çocuk ne yapmış olabilir, sizde vicdan yok mu? Bu Saatte benim yavrumu nereye götürüyorsunuz, diye feryat ediyorsa da, adamlar avını yakalamış sırtlan gibiydiler. Annemin söylediklerine kulak bile asmadılar.
Evde kim varsa, yataklarından kaldırdılar. Odalara girip, yataklar, çekmeceler, hatta annemin çeyiz sandığını bile hoyratça kırarak açtılar. Kelimenin tam anlamıyla doğal bir afet yaşıyorduk adeta.
Ne yapacağımızı bilemiyorduk. Gece vakti kimi arayabilirdik, kimden yardım isteyebilirdik. Bulsak bile böyle bir durumda kim yardım ederdi?
Yaşadığımız travma dolayısıyla abimin askeri personel olduğu aklımıza bile gelmemişti. Komutan salonda masanın üzerinde gördüğü askeri kimliği işaret ederek, bu kimlik kimin diye sormasına kadar. Abimin kimliği, dedim. Genel Kurmay özel harp dairesinde çalışıyor, cevabından sonra bir duraksama yaşadı. Aldı inceledikten sonra, tamam uzatmayın talimatıyla evdeki aramayı bıraktılar.
Abim sessiz sedasız izliyor. Yerine ben cevap veriyorum. Biraz cesaretlendim yaşanan olay sonrası. Abimi sertçe uyardım.
“K. Albayı” arar mısın?
Gecenin bu saati nasıl arayım demez mi?
Abinin cevabına çok sinirlendim.
Şimdi aramayacaksın da ne zaman arayacaksın?
Çaresiz aramak zorunda kaldı.
K. Albay “kudretli” bir askerdi. O, seneler özel harp dairesi komutanıydı. Abim özel harp dairesinde sivil memurdu. Abimi çok severdi üstelik.
Operasyonu yöneten subay çok arama konusunda mesafeli olmasına karşın, arayamazsınız, demedi. Abim konuştuktan sonra, ahizeyi subaya uzattı.
K. Albay sizi istiyor?
Komutanın suratı ekşidi, bu durumdan hiç memnun olmamıştı. Ama telefonun diğer ucunda üst rütbeli bir subay vardı. Aldı ahizeyi, istemsizce kulağına yanaştırdı. Emredersiniz komutanım, derhal komutanım sözcükleri dışında başka bir sözcük kullanamıyordu. Son kez emredersiniz komutanım cevabından sonra ahizeyi tekrar abime uzattı.
K. Albay abime, gereken talimatı verdim. Siz merak etmeyin önemli bir sorun yok ben takipteyim. İfadesini alıp bırakacaklar, dedikten sonra derin bir oh çektik.
Bir saate yakın süre devam eden operasyon on üç yaşında çocuğun yakalanmasıyla son buldu. On üç yaşındaki suç liderini yanlarına alarak, 3 Cemse (Askeri Araç) sanıyorum 4 Polis aracı, Polis ve Asker eşliğinde gecenin bir yarısı merkeze götürmek üzere görevlerini yapmanın huzuru içinde evden ayrıldılar.
Baskın sebebi;
Kardeşim okuduğu okulda birlileri bildiri dağıtıyor. Çocuklarda merak edip alıp okuyorlar. O arada Polis bildirileri dağıtanları arıyor. Kardeşimin sınıfından bir arkadaşı elinde kağıdı okurken Polis çocuğu gözaltına alıyor.
Kim verdi, kimden aldın, arkadaşların kim? Diye sorular soruyor Polis. Çocukta adını bildiği bütün arkadaşlarının adını veriyor. Çocuğun isimlerini verdiği arkadaşlarının adreslerini okul idaresinden alıyorlar ve gece evlere operasyon yapıyorlar. On iki, on üç yaşlarında, sekiz kız çocuktan oluşan bildiri şebekesini çökertmek üzere.
Şimdi bir düşünün?
“Bir annenin yaşadığı o dramı, o yaştaki bir çocuğun gecenin bir yarısında tanımadığı koca koca adamların arasında yaşadığı travmayı düşünebiliyor musunuz?”
Kırkbeş yıl öncesinde yaşanmış bir olay. Hala değişen bir şey yok. Zaman değişiyor, lakin zihniyet hep aynı.
Bu ülke, bu dramları çok yaşadı, yaşamaya devam ediyor.
Anımsayacaksınız!
Bir iki yıl önce Boğaziçi Üniversitesi protestoları sırasında, anayasal itiraz hakkını kullanan öğrencilerin evleri sabaha karşı ellerinde koca koca tüfeklerle basılmış, öğrenciler gözaltına alınmıştı.
Yine günümüzde buna benzer onlarca örnek var. Sanatçılar, sokakta fikrini beyan edenler, aynı yöntemlerle gözaltına alınıyorlar.