2000’li yılların başından beri, elimizden kaçırdığımız kayıp zamanların, pişmanlıklarıyla dolu bir yılı daha geride bıraktık...
Ve yine, her şey güzel olsun diyerek umut dolu dileklerle, yeni bir yıla da girdik...
Fakat elde olan gerçekler var.
Halkın büyük çoğunluğu asgari ücretli ve atık muamelesi yapılan açlık sınırı altında yaşamaya çalışan emekliler var...
Kadınlar, çocuklar, yaşamın her alanında tehdit altındalar...
Yokluklar, yoksunluklar içinde ümitsizliğin virdimine sıkışan, hatta intiharı seçenek gören gençler var...
Orta duran; çaresizlikle çıkmaz bir labirente haps olan, bir halk olduğumuz gerçekliği var...
Son on yıldır olduğu gibi, bu yeni yıla girerken de; düzelecek, enflasyon düştü düşecek, yılın ilk çeyreği refah gelecek söylemleri havada uçuşuyor…
Gelir mi? Tablo, zor diyor…
Zira; adaletin, hukukun olmadığı bir yerde eşit yaşama koşulları, refah ortamı oluşmuyor.
Değişir mi?
Elbette, değişim sancılarına dayanabilecekler için her şey mümkün...
Ama şu koşullarda görünen o ki; fıkrada ki gibi yine, her koşulda halkın ağlayacağı bir yıl olacak...
Nasreddin Hoca’nın iki oğlu varmış. Bir gün hanımı; “Hele çocukları bir yokla da ne durumdalar bir öğreniver.” demiş
Hoca önce büyük oğlunun yanına gitmiş.
Oğlu; “Sorma baba, varımı yoğumu bu tuğlalara yatırdım. Eğer havalar yağışlı giderse anam ağlayacak.” demiş.
Hoca oradan küçük oğlunun yanına varmış.
Küçük oğlu;
“Valla babam, varımı yoğumu şu gördüğün üzüm bağlarına yatırdım.
Eğer havalar kurak giderse anam ağlayacak.” demiş.
Eve dönen hocaya hanımı sorar:
“Çocuklar nasılmış?”
Hoca acılı bir tebessümle:
“Valla Hanım; anlaşılan o ki, havalar kurakta gitse, yağışlı da gitse sen hep ağlayacaksın!..”