DURUŞ - Ünal Çeviköz - E.Büyükelçi-TBMM 27.Dönem Milletvekili
Köşe Yazarı
DURUŞ - Ünal Çeviköz - E.Büyükelçi-TBMM 27.Dönem Milletvekili
 

BAŞLARKEN

Merhaba değerli Ulus okuyucuları ve Ulus Ailesi! Bugünden itibaren Pazartesi günleri bu köşede sizlerle birlikte olacağım. Bu köşenin en önemli ilkesi, Ulus’un yüz yıldır sergilediği “duruş”u sürdürülebilir  şekilde savunmak olacak. Bu duruş bize Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ten kalan en önemli miras. Ona, yazarak, okuyarak, anlatarak ve aktararak sahip çıkmak da en önemli görevimiz. Türkiye’de her gün yeni bir gündem ve tartışma ile karşılaşmaya artık alıştık. Tartışmak ve farklı görüşleri ifade etmek demokratik toplumlarda yaşam biçiminin vazgeçilmez unsurudur. Demokratik yönetim sistemlerinin en önemli özelliklerinden biri de kurumsallıktır. Güçlü kurumsal yapılar, demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan düşünce ve ifade özgürlüğünün güvencesini oluşturur. Türkiye’de son yirmi yıldır kurumsallık giderek zayıflatılmakta, Cumhuriyetin temelini oluşturan yapılar yavaş yavaş yıpratılmaktadır. Yargı, eğitim, Türk Silahlı Kuvvetleri, Anayasa derken şimdi sıranın Dışişleri Bakanlığı’na geldiği anlaşılıyor. Dışişleri Bakanlığı geçen yıl 500. yılını kutladı. Evet, 1523’ten beri Reisülküttaplık ile başlayan bir sürecin, geleneğin ve kurumsallığın temsilcisidir Dışişleri Bakanlığı… “Hariciye” diye anılan ve yetiştirdiği diplomatlarıyla dünyada büyük saygı uyandıran Türkiye Dışişleri Bakanlığı böyle bir köke sahip olmasına rağmen nedense yeni “kurumsallaşmama”nın hedefi haline geliyor. Önce diplomatları küçümsemeye yönelik “monşer” ifadesiyle başlayan bu süreç, şimdi Bakanlığın işlevselliğini ortadan kaldıran bir suni yapılanmayla sürdürülmek ve tamamlanmak isteniyor. Bu hafta TBMM gündemine gelecek olan yeni bir yasa taslağından söz ediyorum: “Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı” kanun teklifi! Teklif yüze yakın milletvekili tarafından imzalanmış! Genel gerekçesine bakılacak olursa, amaç “Dışişleri Bakanlığı teşkilatının faaliyetlerinin güçlendirilmesi, personelinin temsil kabiliyeti yüksek ve donanımlı yetiştirilmesinin desteklenmesi” imiş! Yani yasa teklifi daha genel gerekçesinden itibaren yüzyılların köklü arka planına dayalı ve tüm dünya diplomasisi tarafından hayranlıkla anılan Türkiye Hariciyesini küçümseyen ve hor gören, neredeyse hakaretamiz bir ifade ile başlıyor. Anlaşılan imza sahibi milletvekilleri Dışişleri Bakanlığı’nı hiç tanımadıkları gibi yasa teklifine de akılcı ve mantıklı bir gözle bakmaya dahi tenezzül etmemişler!  "Dışişleri Bakanlığı teşkilatının faaliyetlerinin güçlendirilmesi ve personelinin temsil kabiliyeti yüksek ve donanımlı yetiştirilmesi" Bakanlığın kendi yapısı ile sağlanır. Bunun için ayrı bir destek yapısına ihtiyaç yoktur. Zira, diplomasi mesleği ve Dışişleri Bakanlığı görevlisi olmak kendine özgü ve belki de başka kurumlarda rastlanmayacak kadar kendi içinde yaşam boyu süren bir eğitim, olgunlaşma ve donanım artırma özelliğine sahiptir. Bu yönüyle ve mevcut yapısıyla Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ülkemizin gurur duyulacak köklü kurumlarındandır. Söz konusu yasa teklifinin üzerinde konuşulacak çok şey olduğu bir gerçek. Her şeyden önce, yasa taslağının maddeleri personelin yüksek temsil kabiliyetine ve donanımına sahip şekilde nasıl yetiştirileceğine değil, vakfın nasıl gelir sağlayacağına odaklanmış görünüyor. Bu haliyle de bir ticari kuruluş görüntüsü ağır basıyor. Ben kısaca aşağıdaki unsurlar üzerinde durmak ve bunların sakıncalarını burada sıralamakla yetineceğim. 1.Vakfın üç önemli organı olacaktır: Mütevelli Heyeti, Yönetim Kurulu ve Denetim Kurulu! Mütevelli Heyeti vakfın karar organı olarak belirtiliyor. Bakan tarafından beş yıl için seçilecek on kişiden oluşan bu karar organına Dışişleri Bakanlığında genel müdür veya Büyükelçi ve üstü seviyede görev yapan veya yapmış kişilerin yanı sıra, "akademi ve iş dünyasından alanında temayüz etmiş kişiler” de seçilebilecekmiş. Dış politikanın yapımında söz sahibi olan bir kurumun faaliyetlerine müdahil olabilecek vasıflara sahip bir vakıfta yer alacak akademi ve iş dünyasından olan kişilerin ne kadar liyakatli, dış politikanın inceliklerine ne kadar vakıf ve bu konularda görüş belirtebilecek nitelikte olabilecekleri en önemli soru olarak belirmektedir. Son yıllarda Türkiye’de çeşitli kademelere yapılan atama ve seçimlerde liyakat yerine sadakatin öne çıkarıldığını bilmeyen yok. Bu durum vakfın siyasi etkileşime son derece açık olacağını gösterdiği gibi, bağımsız ve objektif karar alma süreçlerini olumsuz etkilemeye müsaittir. Böylelikle, dış politika üzerinde daha merkezi bir kontrol ve siyasi etki sağlamak mümkün olacaktır. Esasen istenenin de bu olduğu anlaşılmaktadır. 2.Yasa teklifinin önemli kısmı ticari faaliyetlere yönelik maddelerden oluşmaktadır. Bu haliyle bakıldığında adeta bir Dışişleri AŞ kurulmaktadır. Vakfa taşınır ve taşınmaz mal alımı, kiralama, inşaat yanında araç satın alma ve kiralama yetkileri verilmektedir. Oysa bu yetkiler Dışişleri Bakanlığının kendi yapılanması içindeki organları, daireleri ve müdürlükleri tarafından yıllardır kullanılmaktaydı. Vakıf ile birlikte Bakanlığın bu yetkilerinin kısıtlanacağı anlaşılmaktadır, zira yasa teklifinde bu konularda Bakanlığın ne ölçüde belirleyici olacağı açıklanmamaktadır. Bu muğlaklığın masum olduğuna inanmak, çeşitli “vakıf” kurumlarına son yıllarda yapılan kaynak aktarımları kamuoyuna yansıdıkça daha da güçleşiyor. Kaldı ki, Dışişleri Bakanlığı, bütçesi ile ilgili olarak Sayıştay’ın denetimine tabidir. Türkiye’de son yirmi yılda bu tür vakıfların böyle bir denetimden muaf tutularak hesap verilebilirlik ve şeffaflık ilkelerinden uzaklaştırıldıkları çeşitli örneklerden bilinmektedir. 3.Vakfın gelir kaynakları arasında “vakıf tarafından verilecek hizmetlerden dolayı sağlanacak gelirler” ifadesi yer almaktadır. Dışişleri Bakanlığı ticari bir kuruluş değildir. Yurt dışındaki misyonların vize ve/veya sair konsolosluk hizmetlerinden elde edilen gelir hazineye aittir. Vakfın hangi hizmetlerden gelir elde edeceği yasada belirtilmediği gibi, esasen hazineye aktarılması gereken gelirlerin vakfa aktarılmasına imkan sağlayabilecek bu ifade “Dışişleri teşkilatının güçlendirilmesi ve personelinin donanımlı yetiştirilmesi” olarak tarif edilen amaçla ciddi biçimde ters düşmekte, vakfın “dayanışma” yerine ticari kar sağlamaya yönelik bir yapıya kavuşacağı kuşkusunu güçlendirmektedir.  4.Yasada daha yazılacak ve sakıncalarına işaret edilecek çok şey var. Burada son olarak bir de işin “eğitim” kısmına değineceğim. Yasa tasarısında kurulacak olan bu Dışişleri AŞ vakfına bir de “yüksek öğretim kurumları kurma” yetkisi veriliyor. Dışişleri Bakanlığı personeli, bakanlık sınavını kazandıktan sonra göreve başlamadan önce belli bir eğitim ve hazırlık safhasından geçer. Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Akademisi olarak bilinen bakanlık birimi bu eğitimi verir. 1968 yılından beri faaliyet gösteren, zaman içinde faaliyetleri genişletilen ve eğitim niteliği artırılan bu birim 4009 ve 6004 sayılı Kanunlarla bugünkü gelişmiş yapısına kavuşturulmuştur. 111 ülke ile işbirliği protokolleri, 20 ülke ile stajyer değişim programları mevcuttur. Mevcut bu birimin yapısı güçlendirilmek ve bir yüksek eğitim kurumu gibi hizmet verecek şekilde dönüştürülmesini düşünmek yerine Dışişleri AŞ vakfına yeni bir yüksek öğretim kurumu kurma yetkisi vermenin ardında nasıl bir niyet bulunduğu sorulması gereken en önemli sorulardan biridir. Böylelikle, personelin eğitiminin Bakanlığın bünyesindeki birimden alınarak başka bir kuruluşa devredilmek istendiği akla geliyor. Dolayısıyla, Bakanlık personelinin hazırlığı artık daha ideolojik ve bakanlık dışı bir içeriğe kavuşturulacak gibi görünüyor. Genel görünümüne bakıldığında, bu yasa ile Dışişleri Bakanlığının devletin bir organı olmaktan çıkarılarak bir siyasi partinin organı haline getirilmesinin amaçlandığı teklifin her maddesinde kendini hissettiriyor. Biliyor musunuz? Diğer ülkelerin Dışişleri Bakanlıkları da bu durumun farkında. Farkında oldukları için de Türkiye Dışişleri Bakanlığı ve diplomatlarına olan saygı giderek aşınıyor, kurum ve temsilcileri bir parti aparatçiği gibi algılanmaya başlıyor. Türkiye’nin dış politikasının da artık Dışişleri Bakanlığı bünyesinde yapılmadığı iyice belirginleşiyor.  
Ekleme Tarihi: 12 Mayıs 2024 - Pazar

BAŞLARKEN

Merhaba değerli Ulus okuyucuları ve Ulus Ailesi!

Bugünden itibaren Pazartesi günleri bu köşede sizlerle birlikte olacağım. Bu köşenin en önemli ilkesi, Ulus’un yüz yıldır sergilediği “duruş”u sürdürülebilir  şekilde savunmak olacak. Bu duruş bize Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ten kalan en önemli miras. Ona, yazarak, okuyarak, anlatarak ve aktararak sahip çıkmak da en önemli görevimiz.

Türkiye’de her gün yeni bir gündem ve tartışma ile karşılaşmaya artık alıştık. Tartışmak ve farklı görüşleri ifade etmek demokratik toplumlarda yaşam biçiminin vazgeçilmez unsurudur. Demokratik yönetim sistemlerinin en önemli özelliklerinden biri de kurumsallıktır. Güçlü kurumsal yapılar, demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan düşünce ve ifade özgürlüğünün güvencesini oluşturur. Türkiye’de son yirmi yıldır kurumsallık giderek zayıflatılmakta, Cumhuriyetin temelini oluşturan yapılar yavaş yavaş yıpratılmaktadır. Yargı, eğitim, Türk Silahlı Kuvvetleri, Anayasa derken şimdi sıranın Dışişleri Bakanlığı’na geldiği anlaşılıyor.

Dışişleri Bakanlığı geçen yıl 500. yılını kutladı. Evet, 1523’ten beri Reisülküttaplık ile başlayan bir sürecin, geleneğin ve kurumsallığın temsilcisidir Dışişleri Bakanlığı… “Hariciye” diye anılan ve yetiştirdiği diplomatlarıyla dünyada büyük saygı uyandıran Türkiye Dışişleri Bakanlığı böyle bir köke sahip olmasına rağmen nedense yeni “kurumsallaşmama”nın hedefi haline geliyor. Önce diplomatları küçümsemeye yönelik “monşer” ifadesiyle başlayan bu süreç, şimdi Bakanlığın işlevselliğini ortadan kaldıran bir suni yapılanmayla sürdürülmek ve tamamlanmak isteniyor.

Bu hafta TBMM gündemine gelecek olan yeni bir yasa taslağından söz ediyorum: “Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı” kanun teklifi! Teklif yüze yakın milletvekili tarafından imzalanmış! Genel gerekçesine bakılacak olursa, amaç “Dışişleri Bakanlığı teşkilatının faaliyetlerinin güçlendirilmesi, personelinin temsil kabiliyeti yüksek ve donanımlı yetiştirilmesinin desteklenmesi” imiş! Yani yasa teklifi daha genel gerekçesinden itibaren yüzyılların köklü arka planına dayalı ve tüm dünya diplomasisi tarafından hayranlıkla anılan Türkiye Hariciyesini küçümseyen ve hor gören, neredeyse hakaretamiz bir ifade ile başlıyor. Anlaşılan imza sahibi milletvekilleri Dışişleri Bakanlığı’nı hiç tanımadıkları gibi yasa teklifine de akılcı ve mantıklı bir gözle bakmaya dahi tenezzül etmemişler! 

"Dışişleri Bakanlığı teşkilatının faaliyetlerinin güçlendirilmesi ve personelinin temsil kabiliyeti yüksek ve donanımlı yetiştirilmesi" Bakanlığın kendi yapısı ile sağlanır. Bunun için ayrı bir destek yapısına ihtiyaç yoktur. Zira, diplomasi mesleği ve Dışişleri Bakanlığı görevlisi olmak kendine özgü ve belki de başka kurumlarda rastlanmayacak kadar kendi içinde yaşam boyu süren bir eğitim, olgunlaşma ve donanım artırma özelliğine sahiptir. Bu yönüyle ve mevcut yapısıyla Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ülkemizin gurur duyulacak köklü kurumlarındandır.

Söz konusu yasa teklifinin üzerinde konuşulacak çok şey olduğu bir gerçek. Her şeyden önce, yasa taslağının maddeleri personelin yüksek temsil kabiliyetine ve donanımına sahip şekilde nasıl yetiştirileceğine değil, vakfın nasıl gelir sağlayacağına odaklanmış görünüyor. Bu haliyle de bir ticari kuruluş görüntüsü ağır basıyor. Ben kısaca aşağıdaki unsurlar üzerinde durmak ve bunların sakıncalarını burada sıralamakla yetineceğim.

1.Vakfın üç önemli organı olacaktır: Mütevelli Heyeti, Yönetim Kurulu ve Denetim Kurulu! Mütevelli Heyeti vakfın karar organı olarak belirtiliyor. Bakan tarafından beş yıl için seçilecek on kişiden oluşan bu karar organına Dışişleri Bakanlığında genel müdür veya Büyükelçi ve üstü seviyede görev yapan veya yapmış kişilerin yanı sıra, "akademi ve iş dünyasından alanında temayüz etmiş kişiler” de seçilebilecekmiş. Dış politikanın yapımında söz sahibi olan bir kurumun faaliyetlerine müdahil olabilecek vasıflara sahip bir vakıfta yer alacak akademi ve iş dünyasından olan kişilerin ne kadar liyakatli, dış politikanın inceliklerine ne kadar vakıf ve bu konularda görüş belirtebilecek nitelikte olabilecekleri en önemli soru olarak belirmektedir. Son yıllarda Türkiye’de çeşitli kademelere yapılan atama ve seçimlerde liyakat yerine sadakatin öne çıkarıldığını bilmeyen yok. Bu durum vakfın siyasi etkileşime son derece açık olacağını gösterdiği gibi, bağımsız ve objektif karar alma süreçlerini olumsuz etkilemeye müsaittir. Böylelikle, dış politika üzerinde daha merkezi bir kontrol ve siyasi etki sağlamak mümkün olacaktır. Esasen istenenin de bu olduğu anlaşılmaktadır.

2.Yasa teklifinin önemli kısmı ticari faaliyetlere yönelik maddelerden oluşmaktadır. Bu haliyle bakıldığında adeta bir Dışişleri AŞ kurulmaktadır. Vakfa taşınır ve taşınmaz mal alımı, kiralama, inşaat yanında araç satın alma ve kiralama yetkileri verilmektedir. Oysa bu yetkiler Dışişleri Bakanlığının kendi yapılanması içindeki organları, daireleri ve müdürlükleri tarafından yıllardır kullanılmaktaydı. Vakıf ile birlikte Bakanlığın bu yetkilerinin kısıtlanacağı anlaşılmaktadır, zira yasa teklifinde bu konularda Bakanlığın ne ölçüde belirleyici olacağı açıklanmamaktadır. Bu muğlaklığın masum olduğuna inanmak, çeşitli “vakıf” kurumlarına son yıllarda yapılan kaynak aktarımları kamuoyuna yansıdıkça daha da güçleşiyor. Kaldı ki, Dışişleri Bakanlığı, bütçesi ile ilgili olarak Sayıştay’ın denetimine tabidir. Türkiye’de son yirmi yılda bu tür vakıfların böyle bir denetimden muaf tutularak hesap verilebilirlik ve şeffaflık ilkelerinden uzaklaştırıldıkları çeşitli örneklerden bilinmektedir.

3.Vakfın gelir kaynakları arasında “vakıf tarafından verilecek hizmetlerden dolayı sağlanacak gelirler” ifadesi yer almaktadır. Dışişleri Bakanlığı ticari bir kuruluş değildir. Yurt dışındaki misyonların vize ve/veya sair konsolosluk hizmetlerinden elde edilen gelir hazineye aittir. Vakfın hangi hizmetlerden gelir elde edeceği yasada belirtilmediği gibi, esasen hazineye aktarılması gereken gelirlerin vakfa aktarılmasına imkan sağlayabilecek bu ifade “Dışişleri teşkilatının güçlendirilmesi ve personelinin donanımlı yetiştirilmesi” olarak tarif edilen amaçla ciddi biçimde ters düşmekte, vakfın “dayanışma” yerine ticari kar sağlamaya yönelik bir yapıya kavuşacağı kuşkusunu güçlendirmektedir. 

4.Yasada daha yazılacak ve sakıncalarına işaret edilecek çok şey var. Burada son olarak bir de işin “eğitim” kısmına değineceğim. Yasa tasarısında kurulacak olan bu Dışişleri AŞ vakfına bir de “yüksek öğretim kurumları kurma” yetkisi veriliyor. Dışişleri Bakanlığı personeli, bakanlık sınavını kazandıktan sonra göreve başlamadan önce belli bir eğitim ve hazırlık safhasından geçer. Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Akademisi olarak bilinen bakanlık birimi bu eğitimi verir. 1968 yılından beri faaliyet gösteren, zaman içinde faaliyetleri genişletilen ve eğitim niteliği artırılan bu birim 4009 ve 6004 sayılı Kanunlarla bugünkü gelişmiş yapısına kavuşturulmuştur. 111 ülke ile işbirliği protokolleri, 20 ülke ile stajyer değişim programları mevcuttur. Mevcut bu birimin yapısı güçlendirilmek ve bir yüksek eğitim kurumu gibi hizmet verecek şekilde dönüştürülmesini düşünmek yerine Dışişleri AŞ vakfına yeni bir yüksek öğretim kurumu kurma yetkisi vermenin ardında nasıl bir niyet bulunduğu sorulması gereken en önemli sorulardan biridir. Böylelikle, personelin eğitiminin Bakanlığın bünyesindeki birimden alınarak başka bir kuruluşa devredilmek istendiği akla geliyor. Dolayısıyla, Bakanlık personelinin hazırlığı artık daha ideolojik ve bakanlık dışı bir içeriğe kavuşturulacak gibi görünüyor.

Genel görünümüne bakıldığında, bu yasa ile Dışişleri Bakanlığının devletin bir organı olmaktan çıkarılarak bir siyasi partinin organı haline getirilmesinin amaçlandığı teklifin her maddesinde kendini hissettiriyor. Biliyor musunuz? Diğer ülkelerin Dışişleri Bakanlıkları da bu durumun farkında. Farkında oldukları için de Türkiye Dışişleri Bakanlığı ve diplomatlarına olan saygı giderek aşınıyor, kurum ve temsilcileri bir parti aparatçiği gibi algılanmaya başlıyor. Türkiye’nin dış politikasının da artık Dışişleri Bakanlığı bünyesinde yapılmadığı iyice belirginleşiyor.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Suay Karaman
(13.05.2024 23:24 - #1209)
Yunanistan'ın Ege Adalarımızı işgal ettiği bilinmektedir. Bu olayı dile getirmeyin diye CHP vekillerine not göndermenizi nasıl açıklıyorsunuz? https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/chpden-ege-adalari-hassasiyeti-1738444
Yazar Sorunuza eklediğiniz uzantıdaki haberi dikkatle okusaydınız bu soruyu sorma ihtiyacı duymazdınız.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.