1976 yılı, mevsim yaz.
Yazlık Ferah Sineması tıka basa dolu. Deyim yerindeyse adım atacak, nefes alacak durum yok. Ankara’nın olağanüstü güzellikte bir yaz akşamı.
Konu komşu, çoluk çocuk hep birlikte akşamları yazlık sinemalara akıyor adeta. Ellerinde çekirdek külahları ve yiyecekleriyle, panayıra dönüşüyor ortalık. Yazlık, kışlık sinemalar sosyalleşmenin önemli simgesiydi yetmişli, seksenli yıllar.
Oturduğumuz ev ile Ferah Sinemasını, Hülya Sokak ayırıyordu. On, bilemedin yirmi metre uzaklıktaydı. Çevresi üç metre yüksekliğinde taş duvarla, bir kısmı ise uzun kavak ağaçlarıyla çevriliydi.
Çocuklar ve gençler duvardan ağaç dallarına tüner, çevre apartmanlarda oturanlar pencerelerden ve balkonlardan çaylarını yudumlayarak bedava film seyrederlerdi.
“Yaz mevsimi, okullar tatildi. Babamın her yıl tekrarladığı klasik söylemini bu yılda tekrarlamış “aylak aylak gezme talimatıyla”, Reşit Galip Caddesindeki yazlık ferah sinemasında çalışmaya başlamıştım. İşim, film aralarında Ankara gazozu, frigo buz, çekirdek satmaktı. Babam aylak aylak gezme dedi ya, varsın olsun. En azından çalışıyor, yaşıtlarıma da hava basıyorum üstelik!
Patronumuz sabah akşam içtiğinden ayık görmek olası değildi. İçmediği zamanlar çok sert, kafası iyiyse pamuk gibi bir adamdı. İsteklerimizi söylemek için kafası iyi olduğu anları kovalardık. Film bittiğinde yevmiyemizi verir yarın erken gelin, solonu pırıl pırıl yapın, diye tembihlemeyi ihmal etmezdi.
Bizimde canımıza minnetti öğleden sonra koşa koşa gelirdik. En iyi kazanç salon temizliğindeydi. Akşam alış-veriş yapan seyirciler filmin heyecanıyla, para üstünü cebine koyarken sıraların altına düşürdükleri çok olurdu. Koşa koşa gelmemizin sebebiyse, sıraların altına dökülen ganimeti toplamaktı.”
Işıklar sönüyor ve Film başlıyor,
Kadir İnanır ile Türkan Şoray’ın başrolünü oynadığı “Bodrum Hâkimi” filmi oynuyor. Filmin konusu gerçek hayattan alınmış romantik aşk filmi.
Salon sessizliğe gömülmüş, herkes nefesini tutmuş, filmin en vurucu sahnelerinden biri olan, hâkime rolündeki Türkan Şoray’ın, aşık olduğu mahkum hakkında (Kadir İnanır) idam kararı vereceği sahneyi merakla izliyorlar.
Hâkime hanım “idam” diyor ve kalemini kırıyor.
İşte ne oluyorsa ondan sonra oluyor ve birkaç el tabanca sesi duyuluyor.
Hâkime hanımın kararına (haksızlığa) itiraz eden saf bir seyirci, beyaz perdeye tam üç el ateş ediyor. “Vicdansız kahpe” diye, bir ses yükseliyor salondan. Seyirci şakın. Patlama sonrası izdiham yaşanıyor. Kadınlar, çocuklar feryad figan can havliyle kendilerini atacakları yer arıyorlar, Sinemanın dışına kaçışanlar, çocuk ağlamaları, gecenin karanlığına karışıyor.
Yetmişli yıllar, sağ-sol siyasi olaylarının yaşandığı yıllar. Sinemalara, kahvehanelere silahlı baskınların yoğunca yaşandığı yıllar, öylesi bir olayın yaşandığını sanılıyor.
Makinist filmi durduruyor ışıkları yakıyor, korkulan bir durum olmadığı anlaşılıyor. Herkes derin bir oh çekiyor. Allahtan can kaybı yok. Herkes birbirini teselli ediyor, verilmiş sadakamız varmış.
Şans bu ya, Esat Polis karakolu iki adım ötede. Silah sesini duydukları an, Chevrolet devriye arabasının acı acı siren sesiyle yetişip, olaya el koyarak sinemayı kontrol altına alıyorlar ve adamı elinde silahıyla derdest ediyorlar. Adam şokta. Hala filmin gerçek olduğuna inanıyor. Vurmak için ateş etmedim. Korkutmak amacındaydım, diyor. Böyle şerefsize ne yapılır? Yine olsa yine ateş ederdim, diyor. Polisler adamın söylediklerine gülüyor, ite kalka arabaya bindiriyor, geldikleri gibi adamı alıp gidiyorlar.
Ve film bitiyor.