Günümüz dünyasında, bilgi ve teknoloji sürekli yenileniyor. Bu durum pazara sürülen ürünlerin de devamlı yenilenmesine neden oluyor. Yeni nesil ürünler yaşantımızı kısa sürede etkisi altına alıyor, yönlendiriyor ne yazık ki değiştiriyor.
Hızla geçen zaman evimizle beraber evimizin bulunduğu sokağın da görüntüsünü değiştiriyor. Bir veya iki katlı küçük bahçeli, pencerelerinin önünde sardunya, karanfil saksıları bulunan evlerimiz artık yok oldular.
Çocukluğumuzun sokak kültürü de artık tarihin arşivlerine sığındı. Günümüzde sosyal yaşam, komşuluk ilişkileriyle beraber, çocukların sokak oyunlarını da yok etti.
Keza eski sokaklar çocukların güven içinde oynadıkları alanlardı. Kız ve erkek çocukların kendi aralarında veya beraber oynadıkları oyunların da neler olduğu zamanla çoktan unutuldu. Hele de okulların tatil olduğu yaz aylarında gece yarılarına kadar kızlı erkekli oyunlar oynardık. Çünkü herkes aşağı yukarı birbirini tanır, bilirdi.
O seneler sokakların arsızı, ipsizi, tacizcisi yoktu. Çocuklar güven içinde oyunlarını oynar, güven içinde okullarına giderlerdi. Üstelik servis diye bir şey de yoktu. Mahallenin delikanlı ağabeyleri vardı. Özellikle mahallenin kızlarını ve çocuklarını koruyup kollarlardı. Mahallenin kadınına, kızına yan bakılması çok tehlikeli olabilirdi. Anında racon kesilirdi.
Sokaklarımızın özgün giysileri ve davranışları olan kamu görevlileri de artık yoklar. Haftanın belirli gün ve saatlerinde geçen atlı çöp arabaları ve saygılı temizlik görevlileri ile geceleri herkese güven içinde olduğunu hissettiren bekçi babalar da kayboldular.
Bekçiler günümüzde yeniden sokaklarda var oldular. Lakin o atmosferi bulmak mümkün değil. İnsan değişti, sokak değişti ve ülke değişti.
Eski kent yaşamının rengi, sesi, kokusu ve her biri ayrı ayrı toplumsal değerlerimiz olan sokak satıcılarımız da günümüze kadar gelemediler.
Sokak satıcıları, seyyar esnaf veya ayak satıcıları olarak isimlendirilen bu insanlar zaman içinde kayboldular. Sokak satıcıları Anadolu’nun değişik yörelerinden para kazanmak için kentlere gelen insanlarımızdı.
Bizim sokakların unutulan bu renkli kişilerinden ve mesleklerinden anımsadıklarımı aktarmak isterim:
Sütçüler, gazeteciler, simitçiler, bozacılar, yağcılar, bohçacılar, ayakkabı tamircileri, bileyiciler, kalaycılar, oduncular, kömürcüler, çekirdek ve leblebiciler, macuncular, poğaçacılar, niyetçiler, elma şekerciler, dondurmacılar, pamuk helvacılar, oyuncakçılar, fırıldakçılar, mısırcılar, yoğurtçular, son çıkan şarkıcılar, pazarlarda destan satanlar, turşucular, terziler ve diğerleri. Bu mesleklerden günümüze kadar devam eden terziler, eskiciler, simitçiler, koz helvacılar ve nadiren elma şekercileri görüyorum ara sıra. Onlar da belirli bir süre sonra unuttuklarımızın arasına katılacaklardır.
Bu insanları mahalleli tanırdı, satıcılar da sokağın sakinlerini. Belli bir süre sonra memleketlerine dönmek isteyen satıcılar, yerlerini alacak yeni satıcıyla bir ay kadar beraber dolaşırdı. Onları mahallelilere tanıştırırlardı.
Satıcıların kendi aralarında hiç bozulmayan kuralları vardı. Aynı malı satanlar birbirlerinin satış yaptığı sokaklara hiç girmezlerdi. Hepsinin satış bölgeleri ayrı olurdu. Bu konuya çok hassasiyet gösterirlerdi.
Sokak satıcılarımızın, aklımda kaldığı kadarıyla özellikleri tavır ve kişilikleri vardı. Bazılarının ne diye bağırdıklarını anlayamazdım, ama seslerinden hangi satıcı olduğunu bilirdim ve bilirdi sokak sakinleri. “Yoğitti” diye bağırırdı bizim sokağın yoğurtçusu. “Eeeeeski” diye bağırırdı tok bir sesle eskici. Yani her sokak satıcısının, şu anki deyimle farklı bir pazarlama yöntemi vardı.
Ne yazık ki ülkemiz insanı her değerini kolayca tükettiği gibi bu sokak geleneklerimizi de çok hızlı bir şekilde tükettik. Büyüklerimizden bize, ‘Eskisi olmayanın yenisi de olmaz,’, ‘Geçmişini bilmeyenin geleceği de olmaz,’ gibi öğüt verici sözler kalmıştır.
Onların binlerce yıllık tecrübesinden geçip, kuşakların düşüncelerinde yoğrulmuş bu sözlerin gerisinde büyük bir gerçeğin var olduğunu gün geçtikçe daha iyi anlıyoruz. Geçmişin yoksa bir geleceğin hiç yoktur.
Biliyorum, birçok şeyi yaşatmak gerçekten çok zor. Fakat yok etmek çok kolaydır. Bu geleneksel meslekler de hızlı gelişen tekniğin ve teknolojinin karşısında dayanamadılar. Teknoloji bile yeni teknolojiye yenik düşerken, bazı mesleklerin tarihe karışması anormal karşılanacak bir durum değil. Fakat içinde yaşadığımız çağın gereğidir.
Doğru olan, bu mesleklerin sembolik bile olsa yaşatılmasıdır.
Yeniyi sevip, eskiyi de üzmemeliyiz!